Sabah 07:30 gibi kalkarak hemen toparlanmaya başlıyoruz.
Deveçiftliğinden yola çıkış ile 21 km. yürüyerek Karaöz'e ulaşmayı planlıyoruz.
Sakin bir yürüyüş ile Likya Yolu'nun bu zorlu parkurunu tamamlayabiliriz. Zaten
amacımız da yavaş yürüyüp buraları sindire sindire görebilmek. 2012'de daha
önümüzde yol olduğundan koştura koştura yürüyorduk. Evet durup manzara
seyrediyorduk ama bugün buralara ikinci kere gelmenin verdiği rahatlıkla daha
sakin yürümeyi planladık.
Sularımızı tazeleyerek sabah 08:00'de yola
çıkıyoruz. Çıkışı genellikle çam ağaçları arasından yapıyoruz ve kahvaltımızı
çıkışı tamamladıktan sonra yapma niyetindeyiz. Hatta Suluada manzarasını
gördükten sonra yapalım istedik.
Saat 09:15 gibi çıkışı tamamladıktan sonra kahvaltımızı yapıyoruz.
Vadide esen rüzgar buralarda kesiliyor adeta. Buranın ilginç bir cephe sistemi
var. Yıllar önce Kaçkar’da yürürken Libler gölü inişinde güneyden kuzeye 2-3
adımla geçerken çok belirgin sisin kuzey tarafında kalıp toprağın ıslaklığının
sadece kuzey cephesinde kalması gibi. Güney cephesinde ne bir sis ne de
toprakta nemlilik vardı.
Kahvaltının ardından yürüyüşe devam ediyoruz. İki sene önce
yürüdüğümüz yolları yürüyoruz yeniden. Bu sefer daha sakin etrafı
gözlemleyerek. İşaretlere, çiçeklere bile bakıyoruz. Değişen birşey yok yine
yürüyoruz ama bu sefer kayıt mekanizmamız daha farklı işliyor. Rabia yine önden
koştura koştura gidiyor. Zaman zaman beklese de bugün hiç beklemiyor bizi.
Son gün itibariyle arkada kalan biz ikimize birşey olmayacağına
inanıp güvendiğinden önden grubun tavşan atleti olarak gidiyor. Aslında grup
yürüyüşlerinde yapılmaması gerekir. Arka grupta birine birşey olsa ekibe haber
ulaştırmak gerektiğinde iletişimin kopması tatsız bir durum. Önden yürünecekse
bile ara sıra beklenip arka grup ara sıra kontrol edilmeli. Siz yine de bize
bakmayın. Örnek olmayalım kimselere. Bu seferlik kural dışına çıkmış olalım.
Artık bizden nasıl sıkıldıysa önden gidiyor Rabia. Tabii bu son cümle de bu kadar yazının içerisine de sıkıştırılmış bir şaka olsun.
Yol boyunca aynı yönde veya ters yönde birçok turist grubu ile
karşılaşıyoruz. Rastlantıdır diyerek bunlardan hiç birinin Türk olmaması ilginç
geliyor. Gelidonya parkuru zorluğuna ve yanlızlığına rağmen Likya Yolu’nun en
popüler parkurlarından biri denebilir.
2012’deki yürüyüşümüz ile karşılaştırıldığında parkur genelinde
bir değişiklik yok. Bıraktığımız gibi. İşaretler ve babalar mevcut. Patikalar
belirgin. Su kaynakları kısıtlı. Parkur tüm detayı ile işte burada:
Çok zaman yanlızlığı hatırlatan bu parkuru hepimiz birbirimizle arayı açarak
yürümeye başlıyoruz. Altuğ karşılaştığı turistler ile sohbet edip fotoğraf
çekerek ilerlerken, Mehmet de zaman zaman kısa molalar vererek yürüyor.
Rabia’dan haber yok. Yolda kalan, bağıran çağıran olmadığına göre belli ki
herkesin keyfi yerinde.
Fenere yaptığımız son çıkış sırasında (Markiz Tepe) Altuğ ve
Mehmet fenere inmeden çantalarındaki son ton balığını da tüketiyor. Yemek
hesapları tam tamına tutuyor. Bu onuda tecrübemizi takdir ediyoruz. Ne eksik ne
de fazla. Yemek sırası son zamanların en eğlenceli yemeklerinden oluyor.
Bağırış çağırış, güle oynaya yemek yiyiyoruz. Bu arada havanın da kapattığını
belirtelim. Yağmur geliyor.
Gelidonya’nın buraları yürüyen herkesin akıllarına kazınan manzarası
saat 13:00’e doğru karşımıza çıkıyor. Markiz’den kısa bir süre manzarayı
seyrettikten sonra fenere doğru inişe başlıyoruz. Fenere inerken de hava iyice
kapatıyor. Yol boyunca bir arada yürüdüğümüz Alman çift fenere inmeye
başladığımız yerlerde manzaralı bir yemek molası vermişler. Selamlaşarak fenere
doğru iniyoruz. Adımlarımız hızlı ve yolu daha önceden hatırlar bir şekilde
bizi saat 13:15 itibariyle fenere getirip bırakıyor.
Hava kapadı. Çevrede birkaç tur atıyoruz ama her zamanki gibi
fenerin bir tarafı uçuyor, öteki tarafı yani Suluada, Adrasan tarafı daha
sakin. Yağmur rüzgarla birlikte yağınca nereye kaçacağını şaşırıyor insan.
Hemen fenerin arkasına yani Adrasan tarafına bakan cephesine geçerek sıfır
rüzgar ve sıfır yağmur şeklinde sırtlarımızı duvara dayıyoruz ve yağmurun
dinmesini harika bir manzara eşliğinde bekliyoruz.
Yağmur dinmeyecek gibi olsa da saat 14:00 gibi şiddeti azalıyor.
Yola koyularak en son etaba yani Karaöz’e doğru yürüyoruz.
Zaman zaman yağan yağmur çok ıslatmıyor. Ne olursa olsun bu
şiddette bir yağmur aksine yürüyüşe keyif veriyor. Korsan Koyu’nu da arkamızda
bırakıp saat 16:10’da Karaöz’e varıyoruz. Dinlenmek ve hayal ettiğimiz türden
akşam yemeği keyfi için çok uygun bir varış saati. Çoğu yürüyüşlerimiz
genellikle akşama doğru bittiğinden ne yapıp edeceğimize karar vermemiz de
anlık oluyor genelde. Sonra da yorgunluktan bayılıp kalıyoruz.
Akşam yemeği için Öz Likya Pansiyon’a (eski adı ile Köken
Pansiyon) gitmeden sahildeki Öz Likya Restoran’da durarak günlük balıkları
seçerek akşam ziyafetimizi garanti altına almak istiyoruz. Menümüzde daha sabah
çıkmış taptaze Kefal, Sokar ve Barbun var.
Yaklaşık 2 kilo balığı akşam için ayırttıktan sonra pansiyona
giderek Birsen Hanım ve Ramazan Bey ile yeniden karşılaşmak bizi çok mutlu
ediyor. 2 sene önce buraya geldiğimizde de aynı temizlik ve güleryüzleri ile
bizi karşılarken değişen hiçbirşey yok. Herşey gayet güzel. Hatta yağmurdan
nemli olan üstümüzü başımızı değiştirmeden üst kattaki masaya oturuyor ve daha
ayağımızın tozu ile sıcak çayları içiyoruz. Tabii Rabia biz bir içerken
üçüncüyü içiyor. Bunu da küçük bir detay olarak yazalım. Biz çaylarımızı
içerken felaket bir sağnak bastırıyor. Çok şanslıyız.
Odalara yerleşerek çantalarımızın en mahrem yerlerinde
sakladığımız, yol boyunca giymediğimiz temiz çamaşırlarımızı (tshirt, çorap,
şort) giyiyoruz. Artık güzel kokuyoruz. Akşam yemeği için hazırız.
Akşam yemeğinde az meze ile balıkları bir bir midelere
indiriyoruz. Tabii yanında rakıyı unutmamak lazım. Sağolsun Öz Likya Restoran
balıkları bir seferde önümüze yığmadı. Önümüzde azaltıkça taze yağda pişirdiği
balıkları bir bir getiriyor. Tabii bu arada bizim blogu ve bizi 2 sene
öncesinden de tanıdı. Yemekte, faturada tanınmış olmamızın verdiği bir torpil
yok bu arada. Böyle durumlar bize göre değil.
Ne yalan söyleyelim hava yağmurlu, bizde de yorgunluk olunca
uykular bedene erken girmek istiyor. Giriyor da. Saat 22:30 gibi pansiyona
girerek yattığımız yeri beğeniyoruz. Tabii Altuğ ve Mehmet’in olur olmaz,
anlamsız espirileri yaklaşık yarım saat uykuda rötar yapsa da sabaha kadar
sıcak yataklarda iyi bir uyku çekiyoruz.
Sabah uyandığımızda kahvaltı yine dopdolu. Birsen Hanım yine bolca
hazırlamış herşeyden. O gün Antalya’ya gidecek olan Ramazan Bey ve Birsen Hanım
ile Antalya’ya döneceğiz. Tabii benzin parasına ortak olarak. Şanslıyız ki bu
yüklerimizle otobüslerde sürünmedik.