Çıralı sahilinde sabah erkenden, 06:30 gibi ayaklanıyoruz. Bugün
Hedef Musa Dağı üzerinden Adrasan ve Deveçiftliği. Burada bekleyip kahvaltı
için zaman öldürmenin bir anlamı yok diyerek hızlıca toparlanıp 06:50’de Olympos
sahilinden yola çıkıyoruz.
Sırtımızda yüklerle muhtemelen Likya Yolu yürüyüşlerinin en
hızlı Musa Dağı tırmanışını yapacağız. Molasız, su içmeden... Ne gereği vardı
diye sormayın zira bir önceki akşam Mehmet ve Altuğ aralarında atışınca (önümüzdeki
2 gün yanımızdaki para bize yeter mi yetmez mi konusu. Para kalmadı ama hallederiz.
Nasıl hallederiz? Kısır dialogu) sinirlerini birbirinden değil, kendilerini
dağa vurarak çıkartıyorlar. Olan Rabia’ya oluyor bu arada. Arada kaynıyor. Yukarıda
da herşey normale dönüyor tabii. Bizim kavga dövüşümüz de böyle. Hep eğlenip
gülecek değiliz ya.
Aslında bu bölümde Musa Dağı çıkışını uzun uzun yazmak gibi bir niyetimiz yok açıkçası. Tek diyeceğimiz molasız çıkmayın. Biz örnek olunmaması gereken bir hareket yaptık.
Bu bölümü sadece hatıra olarak yazdığımızdan daha detaylı parkur bilgilerini aşağıdaki linklerden okuyabilirsiniz:
Ulupınar-Yanartaş-Çıralı-Olympos-Musa Dağı
Musa Dağı-Adrasan-Gelidonya Feneri-Karaöz
Sabah su molasız çıkış yapacağımızı düşünmeden Olympos içerisinden akan buz gibi sudan yanımıza alarak saat 07:15’de Olympos Çayı’nı (Akçay) geçerek çıkışımıza başlıyoruz.
Bu bölümü sadece hatıra olarak yazdığımızdan daha detaylı parkur bilgilerini aşağıdaki linklerden okuyabilirsiniz:
Ulupınar-Yanartaş-Çıralı-Olympos-Musa Dağı
Musa Dağı-Adrasan-Gelidonya Feneri-Karaöz
Sabah su molasız çıkış yapacağımızı düşünmeden Olympos içerisinden akan buz gibi sudan yanımıza alarak saat 07:15’de Olympos Çayı’nı (Akçay) geçerek çıkışımıza başlıyoruz.
Sabah güneşinde Olympos sahili |
Ekip ayılmaya çalışıyor |
Kaptan Eudemos'a selam ediyoruz. |
Tel örgülerin yanından Akçay'a doğru ilerliyoruz |
Dereden karşıya geçiyoruz. |
Tırmanış başlıyor |
Molasız çıkış. Olan Rabia'ya oldu... Gerçi artık o da dert etmiyor. |
Toplam 8 km.’yi molasız ne kadar da çıktığımızı soracak
olursanız tam 2 saat diyebiliriz. Musa Dağı’nın tepesindeki çoban kulübesine saat
09:15’te ulaşıyoruz. Kahvaltıyı burada ederek Adrasan’a ineceğiz.
Çıkış bölümü boyunca parkur yorumu yapmak gerekirse, buraları
yürüdüğümüz 2012 senesinden bu yana işaretlerde ve patikalarda bir değişiklik
olmadığını da belirtelim. Çoban Kulübesinin oradaki su az da olasa akıyor tabii
ilerleyen aylarda (yaz sebebiyle) kurumuş olabilir. Adrasan’a iniş boyunca da
durum aynı. Her yer yerli yerinde. İnsan birşey almamış, ev yapmamış. Doğa da böylece kendi kendini korumuş.
Yarım saatlik bir dinlenmenin ardından keyifler de yerine
geliyor ve Adrasan’a inişe başlıyoruz. Artık bacaklar pergel gibi açıldı neredeyse
koşar adım iniyoruz. 2012 yılında da böyle inmiştik. Birçok yerde dejavu
yaşıyoruz. Adrasan’a indikten sonra seraların içerisinden geçerek dereyi
geçiyoruz ve hemen yol dibinde karadut ağacını farkediyoruz. Hemen ileride
gördüğümüz insanlardan helal etmelerini rica edip onay aldıktan sonra ağaca
dalıyoruz. O kadar şuursuzca yiyoruz ki üstümüz başımız leke oluyor adeta. Ama
hepsi koca koca karadutlar o kadar güzel yeniyor ki anlatılması gerçekten zor.
Yorgunluğun üzerine çok lezzetli gidiyor. İshal olmaktan korktuğumuz için tadında
bırakıyoruz. Özellikle Mehmet ve Altuğ kilo bazında yedikleri için bu kararı
alıyor. Rabia daha sakin. Ona gözleme, pide, zeytin, çay türü şeyler yetiyor.
Bu arada geçtiğimiz yerlerde insanlar bize portakal da ikram ediyor. Önden giden Mehmet ve Rabia teşekkür ederek yola devam ederken arkadan gelen Altuğ hiçbir teklifi geri çevirmiyor ve verilen her portakalı yiyiyor. Mevsimden dolayı biraz kurumuşlar ama yine de sulu sulu pek güzel. Altuğ adeta C Vitamini patlaması yaşıyor. Adrasan’a kadar 5 portakal ve 1 kiloya yakın karadut yedi.
İniş başlıyor |
Seralar |
Karadut'a saldırı |
Portakal için teşekkür ediyoruz |
Adrasan sahiline saat 12:15’te varıyoruz. Aslında neden erken vardığımızı
veya deveçiftliğine neden erken gideceğimizi anlayamayacağız ama Adrasan
sahilinde zamanımız oluğu için 1 saat kadar mola veriyoruz. Bu arada dün akşam
konuştuğumuz üzere Öz Likya Pansiyon’dan Birsen Hanım’ı arayarak yarın için
geleceğimizi söyleyeceğiz. Bu kadar yürüyüşten sonra son geceyi pansiyonda ve
balık restoranında balık ziyafeti ile bitirmek çok güzel olacak.
Bazı sağlıksız şeyler neden aklımıza bir anda gelip kafalara saplanır
bilinmez ama akşam deve çiftliğinde ufak bir ateş yakıp sucuk yapmak istiyoruz.
Grup ortak kararı. Adrasan sahilinde akşam için sucuk ve ekmek alıyoruz. Karaöz’e
kadar da yanımızda yeterli miktarda yiyecek var. Bu arada Altuğ Karaöz’de Öz
Likya Pansiyon’u arayarak Birsen Hanım ile görüşüyor ve Karaöz’de pansiyon
işini de çözmüş oluyoruz. Bu arada Birsen Hanım’ın eşi Ramazan Bey de bizi ücreti
karşılığında Antalya’ya bırakacağı için yanımızdaki para da bize yeteceğinden
durumumuzdan oldukça memnunuz. Zira cepte sadece 20-30 lira para kaldı. Akşam
restoran kredi kartı, pansiyon ve Antalya ulaşım parasını yolda bir bankamatik’ten
çekeceğiz.
Yaklaşık 1 saat kadar ağaç altında oturup Adrasan’da zamanı öldürüyoruz.
Adrasan da aynı Çıralı gibi henüz sezonu açmamış tekneler ve pansiyonlar
tadilatta. Etrafta matkap, çekiç ve testere sesi var. Bu yazıyı yazarken 2014 yaz
aylarında çıkacak orman yangınından habersiz, yanacak yemyeşil tepeleri son kez
seyrediyoruz. Hatta yanacak pansiyonların çalışmaları hemen gözümüzün önünde...
Saat 13:15’te Adrasan’dan deveçiftliğine doğru yürümeye başlıyoruz. Sakin
2-3 km.lik yürüyüşün ardından saat 13:50’de bugünün kamp alanına, yani deveçiftliğine ulaşıyoruz. Özetle bugünü 19 km. yürüyüş ile sonlandırıyoruz.
Deve çiftliğinde okullarını kırmış gibi görünen gençlerin
gürültülerini, Ankaralı Turgut tarzı müziklerini bir süre dinlemek zorunda
kalacağız. Hem mangal hem bira içiyorlar. Ama zararları yok. Sadece müzik sesi
biraz açık ama onu da dert etmiyoruz. Biz onlardan uzakta bir yerde oturup
bolca üşütüp aptala çeviren rüzgar eşliğinde bir güzel kestiriyoruz. Yaklaşık 1
saat kadar uyumuşuz uyandığımızda hava güneşli olmasına rağmen üşüyoruz. Bir
yerlerden çalıçırpı, odun toplayıp –tepemizdeki güneşe rağmen- ısınmaya karar
veriyoruz. Ateşi derin kazılmış çukurun içerisinde çok büyütmeden, etrafında
toplanarak yakıyoruz.. Çok dikkatli olmak lazım. Zaman zaman rüzgar bir artıyor
ki bırakın çocukların müzik seslerini kendi konuştuklarımızı duyamayacak
dereceye geliyoruz.
Uyku öncesi can sıkıntısı fotoğrafları |
Güreş seansının ardından yorgun düşen çocuklar gitmek üzere toparlanıp
arabalara binip çiftliği terk ediyorlar. Giderken selam da veriyorlar
sağolsunlar. Sonunda meydan bize kalıyor. Kendimize bir an önce bulunduğumuz
vadi içerisinde korunaklı, rüzgarı az bir yer bulmamız gerekiyor. Hava
kararmaya başlamadan aramaya başlıyoruz ve çeşmenin yakınlarında basamak
basamak yapılmış teras türü düzlüklerde en az rüzgarlı yeri kendimize belirleyip
çadırı kuruyoruz. Bunca Likya Yolu süresince çadırı bu kadar gergin bir şekilde
sabitlemek zorunda kalmamıştık.
Bulunduğumuz yerde, yine kuytu bir yerde ateşi yakıp hem ısınıp hem de
sucukları pişiriyoruz. Rüzgarın yönü biraz değiştiğinden ateşi rahatlıkla
yakabiliyoruz.
Çek Rabia çek |
Yaklaşıp da çek. Şanımız duyulsun. |
Hadi biraz da biz seni çekelim. Ayıp olmasın. |
Nooluyo? İki lokma yemek yedirmediniz. |
İyisin iyi... |
Biz ateşi yakarken Gelidonya Feneri tarafından Alman bir aile çıkıp
geliyor. İki anne 3 çocuk. Takdir edilesi. Onlar da etrafta kamp için yer
bakınırken rüzgarı anlatıyoruz ve bulunduğumuz terasın bir altındaki bölümde
çadır kurmalarını tavsiye ediyoruz. Kendimize hemen kamp arkadaşlarını da
edinmiş bulunuyoruz böylece. Alman aile harika bir koordinasyon ile çadırları
kuruyor, biri kamp ve yemek ateşi için odun topluyor, ötekisi yemekleri
hazırlamaya başlıyor. Paskalya tatilini bu şekilde değerlendiriyorlar. Ne güzel
değil mi? Küçük kızları bile bir işler yapıyor ve herkes halinden çok memnun.
Yaptıkları tatil çok para, yetenek vs. gerektirmiyor. “Yabancıların bizden
fazla tatilleri var” deyişi birleştirilen resmi ve bayram tatilleri sebebiyle
çok gerilerde kaldı. Ne olursa olsun yaptıkları aktiviteye özenmemek elde
değil.
Yemeğimizi yedikten ve ateş başı sohbetin ardından çadırlarımıza girerek yarınki son
yürüyüş için şarj olmaya başlıyoruz. Yarın hedef Gelidonya Feneri ve Karaöz. Altuğ
ve Mehmet bu parkuru daha önce yürüdüklerinden asıl heyecan Rabia’da. Gelidonya’yı
görmek için sabırsızlanıyor.