Likya
Yolu dahilinde yürümediğimiz Göynük-Tekirova-Çıralı-Olympos arasını 2014 ylında
Olympos'ta tamamladık ancak yürüdüğümüz yerleri bir süre sonra tekrar yürümek,
yollarda değişiklik olup olmadığını görmek, daha da önemlisi "buralar
tekrar tekrar" yürünür dediğimiz yerleri bir daha sindire sindire yürümek
istedik. Aslında bu sene sadece iki kişi yürümeyeceğimizden bu bölümü de onlar
için programa dahil etmiştik. Her ne kadar tempomuza bir kişi dayanabildiyse de
pişman değiliz.
2014
yürüyüşümüzdeki 5 günü boş gün olarak Olympos’ta geçirmeyi planladık. Hava
sabahtan açık gibi ama öğleden sonra kapayarak yağmur yağacak. Tam bir ilkbahar
havası var. Etrafta aylak aylak dolanıp günü geçirmeyi planladık.
Jandarmadan
ceza yememek için uyandıktan sonra çadırımızı akaşm yeniden aynı yere kurmak
üzere topluyoruz. Kahvaltımızı sahildeki restoranda ettikten sonra deniz
kenarına oturmaya gidiyoruz. Önce ısınıp sonra denize gireceğiz. Bu mevsim
böyle.
Denizin
kenarında üç kişi dizilip hem sohbet edip hem de denize giriyoruz. Denize
alışmak bayağı bir zamanımızı alıyor ama girince de pek çıkmak istemiyoruz.
Daha önceki yazılarda da belirttiğimiz üzere Nisan başı itibariyle deniz ve
dışarısı serin. Bu arada ağırlık azaltma sebebiyle yanımızda havlu bile yok.
Kurumak için denizden çıkıp sahilde öylece oturmaya başlıyoruz. Üşümek yok.
Üşümek bize yakışmaz. Üşümek kim biz kim?
|
Daha denize girmeyi başaramadık |
|
Doğal şartlarla kuruma zamanı |
Sahilde
oturup aylak aylak etrafı seyrediyor sohbet ediyoruz, bir yandan da Rabia
önderliğinde yaklaşan öğle yemeği için neler yiyebiliriz konusunu tartışıyoruz
aramızda. Aslında Mehmet ve Altuğ’un fazla yemek yemeğe niyeti yok ama Rabia
öğle yemeği konusunda diretiyor her zamanki gibi. Hemen yemek yemek
istemediğimizden Rabia’yı bol geyik ile 1 saat kadar oyalayabiliyoruz ve nemli
şortları değiştirmek için çantaları koyduğumuz restorana geri gidiyoruz. Bu
arada hava da kapamak üzere. Yağmur geliyor.
Mehmet
ve Altuğ’un sallanmasına daha fazla dayanamayan Rabia açlığa daha fazla
dayanamıyor ve Çıralı’ya doğru gidiyor. Bizi restoranda bekleyecek. Çıralı
merkezinde dün yediğimiz yerde pide, gözleme yiyeceğiz yeniden. Yemekten sonra
dün buralara doğru gelirken Çıralı sahilinde gördüğümüz, içeride güzel caz
çaldığını duyduğumuz bir cafe/pansiyon’da kahve içeceğiz. Plan bu. Aslında yemek
de yemeyecektik ama Rabia’yı kırmak istemedik açıkçası.
Üst baş
değiştirirken yağmur indiriyor. Ama ne yağmur... Restoran’ın çardakları altına
koyduğumuz çantalarımızı ve kamp malzemelerimizi çardağın aralarından damlayan
yağmur suarının ıslatmaması için bir araya getiriyoruz ve çardağın altında
bardaktan boşalırcasına yağan yağmurun dinmesini bekliyoruz.
Yağmurun
yarattığı bu güzel ortamın tadını çardağın altında birer bira içerek
çıkartıyoruz. Yağmur deli gibi indirirken ortamın sakinliğinin tadını çıkartmak
gerekiyor. Rabia gözlemeyi tercih ederken biz saçak altında keyif yapmayı
tercih ediyoruz. Bayanlar her zaman önden gider tabii...
|
Sağnak yağış altında yürüyenler. |
Yağmurun dinmesinin ardından Rabia'yı daha fazla bekletmeden Çıralı’ya
gidiyoruz. Daha önemlisi yemekten sonra kahve içeceğiz. Kahveden az da
olsa anlayan birileri olarak biraz hayal kırıklığı olacaksa da bu harika bir
haber.
Gözleme yemek için restorana girdiğimizde restoranın ortasında şömine yanmış,
Rabia'yı gazetesini okumuş, restoran çalışanları ile bol sohbet halinde
buluyoruz. Çok da şaşırmıyoruz. İlk günlerde üzerinde çekingenlik olan
Rabia'nın bugünlerde rahatladığını görebilmek bizi mutlu ediyor. Bu tür
yürüyüşler yapılırken herkes rahat, içten ve paylaşımcı olmalı. Birbiriyle
sohbet anlamında anlaşan bir grupta yürüyüşün keyfi çok farklı oluyor. Bu
sebeple yürüyüş yapacak arkadaşların bunu da düşünmeleri yürüyüşün huzurlu
olması için faydalı olur. Bu yorumu bencillik olarak görmeyin. Biz birbirimizi
yer dururuz ama ayrılamayız birbirimizden, kahrımızı çekip duruyoruz
yıllarca... Şu yolların bir dili olsa da konuşsa. Şaka bir yana –yorgunluktan
kaynaklı veya o an başka birileri can sıktıysa- bizim tartışıp atıştığımız çok
nadirdir. O da uzun sürmez zaten.
Şömine
başı hepimizi rehavete sürüklüyor. Günü boş geçirmemizden olacak, ertesi günü
yapacağımız yürüyüşler aklımıza gelmiyor bile. Restoranda öğle yemeğinin
ardından kahve içmeye doğru gidiyoruz. Bu arada akşam yemeği sahilde kamp
attığımız restoranda ortadan çalakaşık yoğurt ve bulgur. Köfte, balık yemektense
bunu isteyeceğiz umarız bu talebimizi kırmazlar. Hatta ortalık daha çok tenha
olduğundan, akşamları sahildeki restoranda kimseler olmadığından yağmur
olasılığını düşünerek çadırımızı restoranın çardakları altına kurmayı da teklif
edeceğiz. Umarız bu teklifimizi de kırmazlar. Tabii restoranda ufak da olsa
yeme içmeyi yaptığımızdan bu gibi teklifleri getirebiliyoruz. Yoksa kimse
restoranının dibine çadır kurdurmayı kabul etmez kolay kolay.
|
İyi yağmur yağdı. Kahve içmeye gidiyoruz. |
Akşamüstü
saat 16:00 gibi sahil keyfi için kamp atacağımız restorana geri dönerek hem
kamp hem de yemek işini restoran ile konuşup anlaşmak istiyoruz. Tabii çadır
kurmak için daha erken. Cezai işlemden dolayı akşam 19:00’dan sonra çadırı
kurmamız gerekiyor.
Sahile
iner inmez, zaman da olduğundan Olympos antik şehrini gezmeye karar veriyoruz. Bu
sefer Rabia elmek istemiyor ve onu sahilde bırakarak antik kenti gezmeye
gidiyoruz. Şansımıza kapıda para da almıyorlar. Artık buraların çocuğu olduk
tabii. Normalde Olympos’ta pansiyonda kalacaklar için sahile her gidip gelmek
antik şehire giriş parası demek. Olympos’a gelecek arkadaşların yanlarında müze
kart bulundurmaları mantıklı ve hesaplı bir hareket olur.
Antik şehirin içerisinde gezmeden önce hemen girişteki Kaptan Eudemos’un lahiti dikkatimizi çekiyor ve üzerindeki yazı bizi hüzünlendiriyor, karadeniz’e giden eudemos burada son nefesini vermiş besbelli
“son limana demirledi gemi, çıkmamak üzere,
çünkü ne rüzgardan ne de gün ışığından medet var artık...
işık taşıyan şafağı terkettikten sonra kaptan eudemos
oraya gömüldü gün misali kısa ömürlü gemisi, kırılmış bir dalga gibi.”
Önce şehrin tepesindeki kaleye tırmanıyoruz. Burada harika bir manzara var. Yükesklikten korkmayanlar çıkıp Çıralı ve Yanartaşlar girişine kadar buralardan tüm sahili mutlaka görmeli. Ardından antik şehrin ağaçlar, otlar arasında kalmış kalıntılarını geziyoruz. Olympos buraların oldukça etkiletici şehri. Birçok yeri sarmaşıklar kaplamış, şehirin içerisinden akan dere yemyeşil manzaraya hüzün katıyor adeta. Sanki o zamandan birileri şehirin içerisinden karşımıza çıkacakmış gibi. Agorası, tiyatrosu, lahitleri ile Olympos mutlaka dolu dolu gezilmeli.
|
Ne manzara var ama |
|
Aman sıkı tutunalım |
|
Tekirova yönü. Hemen karşıdaki tepelerin arkasından geldik. |
Akşamı
Olympos’ta yapıyoruz. Fotoğraf makinasının pili bile bitiyor ama bizim enerji
bitmiyor. Olympos çıkışında Kaptan Eudemos’un önünde saygı ile bir daha
eğilerek sahile dönüyoruz.
Akşam
restorana döndüğümüzde bulgur pilavı ve yoğurt ricamız kabul görüyor daha da
önemlisi hava iyice karardıktan sonra çardak altına çadır kurmamıza izin
veriyorlar. Kendilerine bir kez daha teşekkür ediyoruz. Ama olası bir ceza gelmemesi
için soracaklara parolamız belli “biz görmedik, birşeyden haberimiz yok, geldik
kurduk.”. Buralarda yazın veya Eylül gibi çadır kurmayı teklif bile etmeyin
diyoruz. Mevsim boş olduğundan bu fırsat ortaya çıktı.
Akşam
yemekten sonra bir süreliğine sahile gidiyoruz ve pırıl pırıl gökyüzünde
yıldızları seyrederek hangisi gezegen hangisi yıldız diyerek uyku vaktimizi
getiriyoruz.
Yarın
sabah hedef Musa Dağı üzerinden Adrasan sonra Gelidonya Feneri yolu üzerinde son su kaynağının bulunduğu Deveçiftliğinde kamp. Günler geçip gidiyor işte....