Likya Yolu Haritaları, günceler, rota bilgileri, Likya Yolu GPS bilgileri, diğer tüm yazılara sayfanın üzerindeki MENÜ sekmesinden kolayca ulaşabilirsiniz

2012 - 4.GÜN (Ulupınar - Çıralı - Olympos - Musa Dağı) - 24.Nisan.2012.Salı


AT THE BEGINNING: For any detail, you can get in contact directly with us for communication in English. Please do not hesitate to ask for help. (altugsenel@gmail.com).
-----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
4.GÜN PARKUR DETAYLARI:
Başlangıç: 10:15
Bitiş: 17:15 (verilen tüm molalar dahildir)
Toplam mesafe: 19 km. (Daha detaylı hesap olarak Ulupınar restoranlarından Chimaera (Yanartaş) bölgesi 5 km., Chimaera (Yanartaş) - Çıralı Sahil 4 km., Çıralı Sahil - Olympos 2 km., Olympos - Musa Dağı Çoban kulübesi bölgesi yani Musa Dağının zirvesi 8 km.)
Su: Yerleşimden geçeceğiniz için birkaç yer haricinde su sıkıntısının çok olmayacağı bir parkur denebilir. Tek sorun Ulupınar ile Yanartaş arasında olabilir. Bu tırmanış sırasında su kaynağı yok. Çok dik olmayan Chimaera Dağının arkasından yapacağınız çıkışta güneş de varsa suya ihtiyaç duyabilirsiniz. Ulupınar'da ayakkabılarınızı çıkartıp yapacağınız dere geçişinde suyunuzu da tazeleyebilirsiniz veya Ulupınar çıkışında da restoranlardan birinden suyunuzu doldurabilirsiniz. Yanartaş'tan aşağıya inerken de su yok ancak aşağıda Yanartaş'ın girişinde tesis var. Burada yiyecek içecek ihtiyacınız kaşılanabilir. Burası kapalı olsa bile Çıralı'ya kadar yerleşim içerisinden yürüyeceksiniz. bakkal yok ama evlerden birinden su isteyebilirsiniz. Özetle, Yanartaş'tan indikten sonra Olympos'a kadar su sorununuz olmayacaktır. Olympos'tan Musa Dağı'na çıkarken de suyunuz tam olmalı. Oldukça uzun 8 km.lik bir çıkış yapacağınız için su ihtiyacınız olacaktır kesinlikle. Gün sonunda kamp attığımız Musa Dağı'nın tepesindeki çoban kulübesinin civarında su var. Çok şiddetli akmıyor ancak su ihtiyacınızı karşılayacaktır. Zaten tüm Musa Dağı boyunca başka da su kaynağı yok. Sonuç olarak, Ulupınar ve Olympos'tan çıkarken sularınız dolu olursa bu parkurlarda sorun yaşamazsınız.
Yemek: Çıralı'dan geçeceğiniz için yemek sıkıntısı yaşamayacağınız bir parkur. Ulupınar'da veya çıkışında kahvaltı ettiğiniz takdirde Çıralı'ya kadar size yetecektir. Tabii yanınızda her zaman yol boyunca atıştıracak birşeyler (kuruyemiş, birkaç dilim ekmek gibi) bulundurmakta fayda var. Kan şekeriniz düşebilir, karnınız ekstra acıkabilir. Kahramanlık yapmaya, bu güzel yürüyüşü kendinize zehir etmeye gerek yok. Çıralı'da  veya Olympos'ta birşeyler yiyip Musa Dağı için yanınıza yiyecek alabilirsiniz eğer Musa Dağında kalacaksanız. Musa Dağı'nın geçişini (Adrasan-Olympos) maksimium yarım gün gibi düşünün.
Konaklama: Çadır varsa konaklama Likya Yolu'nun çoğunda sorun değil. Ulupınar-Yanartaş arası kamp için uygun değil. Çıralı ve Olympos'un konaklama imkanlarını anlatmaya gerek yok. Çadır, pansiyon her türlü seçenek mevcut. Zamanınız varsa, programınızı bir gece Olympos sahilinde geçirmeye ve muhteşem denizinde keyif yapmaya harcamak için geçirmenizi tavsiye ediyoruz. Yola devam edip çadır kuracaksanız Musa Dağı'nda tek kamp imkanı tepedeki çoban kulübesi civarında. Olympos'tan Musa Dağı'na çıkarken kamp yapacak yer yok maalesef. Olympos'tan sonra kamp için 8 km. tırmanarak yürümeyi göze almak durumundasınız. Yine de Olympos'ta bir gece geçirmek için programınızı yapın veya Musa Dağı'nın mutlak sessizliğinde kamp atın. Karar sizin.
Yine de bir kenarda not olması açısından Olympos'ta yerli halk tarafından işletilen, kahvaltı ve akşam yemeği veren hesaplı pansiyonlar var. Bunlardan en bilineni ve en eskisi Kadir'in Ağaç Evleri (web link - +90-533-354 99 41). Çıralı tarafında alternatif çok ancak fiyatlar Olympos'a göre biraz daha yüksek kalabilir. Hesaplısından bir tavsiye verecek olursak Friends Pansiyon (+90-535-208 54 44) olabilir. Emekli bir İngilizce öğretmeni tarafından işletilen Friends Pansiyon Yanartaş tarafında, sahil yolunun arka sokağında kalıyor ve Likya Yolu Tekirova-Çıralı yol tabelasına çok yakın.
Parkur Zorluğu: Geçmiş günlerin aksine çok zor bir parkur değil. Yanartaş ve Musa Dağı'na çıkışlar sizi bir miktar zorlayacaktır. Aslında yanartaş çıkışı da zor değil ancak Musa dağı için bolca mola verip uzun olan çıkışı mümkün olduğunca daha az yorgunlukla çıkmanız iyi olur. yanartaş'ın tepesinden merdivenli yola inişe kadar dik sayılabilecek kayalık inişi yapmanız gerekiyor. Bu bölümde de biraz sabırlı ve dikkatli olmak gerekiyor. Olympos'tan çıkıp Musa Dağı'nın parkuruna girmek için dere yatağını geçerek antik kalıntılar içerisinden çıkmanız gerekiyor. Bu bölümde biraz dikkat edip işaretleri kaybetmemek gerekiyor. Likya Yolu patikası olarak düşüneceğiniz bazı patikalar antik şehiri gezme amaçlı. Çok da çalı var, dolayısıyla işaretleri ve yolunuzu bulmanız biraz sıkıntılı olabilir. Likya Yolu patikası Olympos'taki araba parkının hemen köşesinden dere yatağına indiğinizde tam karşınızda yer alıyor. Özetle bu parkurların en yorucu bölgeleri Olympos çıkışı ve Musa Dağına çıkış. Yanartaş çıkışı bir miktar daha kolay. Bir uyarı da yanartaş'tan Çıralı'ya yürürken asfalttan yola devam etmek durumundasınız. Güneşli havalarda asfalttan yürümek çok da eğlenceli olmayabiliyor maalesef.
Parkur Yükselti Grafiği: Büyütmek için resimin üzerine tıklayınız.


HAZIRLADIĞIMIZ BLOGDAN HER TÜRLÜ FOTOĞRAF VE PARKURU ÜCRETSİZ İNDİREBİLİRSİNİZ. YANLIZCA FOTOĞRAF VE PARKURLARI MÜMKÜNSE İZİN ALIP VE KAYNAK GÖSTEREREK VERİRSENİZ ÇOK MEMNUN OLURUZ. BU İSTEĞİMİZ TAMAMEN EMEĞİMİZE SAYGI, PAYLAŞIMIMIZ HERKESİN BUYÜRÜYÜŞÜ YAPABİLMESİ AMAÇLIDIR. HER TÜRLÜ SORUNUZU DA YANITLAMAKTAN ÇOK MEMNUN OLURUZ. TEŞEKKÜRLER.  (altugsenel@gmail.com)

YOU'RE ALL WELCOME TO DOWNLOAD GPS ROUTES AND PICTURES FOR FREE. WE REALLY APPRECIATE IF YOU CAN GET A KIND PERMISSION AND PROVIDE THE SOURCE OF THE GPS ROUTE AND PICTURES BEFORE UPLOADING THEM TO YOUR SITE OR USING THEM ANYWHERE ELSE. THANKS IN ADVANCE. (altugsenel@gmail.com)

-----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------

Bugün sabah erkenden yola çıkmayıp biraz dinlenmek istiyoruz. Özellikle birgün öncesine dönüp bakarsak özellikle Mehmet’in buna çok ihtiyacı var. Evet Ulupınar’da restoran bahçesindeki çardak altındaki kamp yerimiz dinlenmek için çok mantıklı gelmeyebilir ama dinlenmek zorundayız. Altuğ her zamanki gibi erken uyanıyor ve Mehmet’i uyandırmadan restorana gidiyor. Restoran henüz açılmamış ancak restoran temizliği bir süre sonra başlıyor ve kendisine bir çay alarak cep telefonlarını şarj ediyor ve internette mail bakma fırsatı buluyor.

Zaman geçtikçe restoranda hummalı çalışmalar başlıyor. Havuzdan alabalıklar yakalanıyor, tabak çanaklar toparlanıyor, servis açılıyor. Saat 9’a geliyor ancak Mehmet’te hala bir uyanma belirtisi yok. Arasıra Altuğ’un yanına yaklaşan restoran çalışanları sorular sorarak nerelerden gelip nerelere gittiğimizi, memleketin neresi olduğu gibi klişe soruları soruyorlar. Bu tür sorulardan sıkılmıyoruz aslından bizim onların yaşantısını, buralara nasıl adapte olduklarını merak ettiğimiz kadar onlar da bizleri merak ediyorlar. Özellikle içlerinde İstanbul’u hiç görmemiş insanlar bize karşı daha da ilgili oluyor. Hatta neden buralara geldiğimizi, neden yürüdüğümüzü şaşkınlıkla karşılayıp, üzerine gençlik yıllarının yürüyüş anılarını anlatıyorlar. Garip değil ama İstanbul’u görmemiş olmak bir değişik geliyor düşününce. İyi, güzel ama kalabalık İstanbul’u görmemek bir kazanç mı kayıp mı tartışılır tabii? Burada daha detaylı yorum yapmak bize düşmez.

Saat 9 gibi Altuğ çadıra gidip Mehmeti uyandırmaya karar veriyor ancak buna gerek kalmadan Mehmet’in çadırda keyif yaptığını görüyor. Giyinme ve ihtiyaç molaları verilip çadırımızı toparlamaya başlıyoruz. Bu arada Likya Yolu’nun bizim çardağın hemen aşağısında olduğunu yürüyüş yapan turistlerden anlıyoruz. Artık toparlanma konusunda oldukça hızlıyız. Restoranda kahvaltılık birşeyler bulabilmek mümkün ancak oturup zaman kaybetmemek için toparlandıktan sonra çantalarımızdan lavaş, bal ve çokokremi çıkartıp hızlıca kahvaltımızı da tamamlıyoruz. Keyifler yerinde bugün. Antik şehirlerden yürüyeceğiz ve deniz seviyesine iniyoruz artık.

İlk 3 gün yaptığımız günlük 30 km.lik yürüyüşlerin ardından 4 gün ile birlikte biraz daha az, sakin, deniz ve doğanın tadını çıkartarak yürümeye karar verdik. İlk 3 günün yorgunluğunu bir gecede atmak zor tabii ancak bu yürüyüşün son gününde bile, ertesi gün kalktığımızda oldukça dinç ve arkamızda bıraktığımız onlarca, yüzlerce kilometreye aldırmadan ilk günkü heves ve enerji ile yürüyoruz. Yorgunluk var tabii ancak bu yorgunluğun birazının da psikolojik olduğunu kendimize kabul ettirince severek yaptığımız bu yürüyüş eğlence gibi oluyor. Amaç da bu zaten.

Saat 10:15 gibi bizi dostça ağırlayan restoran personeline teşekkür edip sularımızı tazeleyerek yola çıkıyoruz. İşaretleri dün akşam restoranın girişinde görmüştük zaten. Girişe geri yürüyoruz ve patikaya giriyoruz. Çadır kurduğumuz çardağın altından bir patikadan geçerek 100-200 metre sonra toprak orman yoluna iniyoruz.


Çadır kurduğumuz çardaktan manzara


Yürüyüş başladı. Bugün denize iniyoruz.

Resotoranların yanından devam eden patikadan orman yoluna iniyoruz.

Ulupınar'a adını veren dere bu olsa gerek. Bir süre dereye paralel yürüyoruz.

Orman yolu bizim için bitiyor. Dereye ineceğiz.


Dereyi solumuza alarak yani derenin akış yönünde işaretleri takip ederek yaklaşık 1.5 km. yürüdükten sonra hem işaretlerin bizi dere yatağına indirdiğini hem de toparlanırken yürüdüklerini gördüğümüz turist grubunun bu patikadan indiğini, bizi aşağıya indirecek patikanın başına geldiğimizde ayakkabılarını çıkartıp karşıya geçtiklerini görüyoruz. Ayakkabıları çıkartıp serin suya sokmak güzel gelecek. Halimizden memnunuz. Bu arada dere oldukça kuvvetli akıyor. Geçiş zor değil ama çok sığ değil. Dize kadar girmek gerekiyor.

Önümüzden inmeye çalışan Alman ağırlıklı yaşça büyük gözüken turist grubunu bekliyoruz. Dereden geçecekler ayakkabılarını çıkartmaya çalışıyor. Geçenler ayaklarını kurulayıp kurutmaya çalışıyor. Bu noktada da bir uyarı daha yapalım. Islanan ayaklarınızı kurutmadan veya kurulamadan ayakkabılarınızı giyip yola devam etmeyin. Sonuçları size mantar, koku gibi sıkıntılarla geri dönecektir.

Ayakkabılarımızı çıkartıyoruz ve sıramızı beklemeye başlıyoruz. Bizim biraz daha hızlı olduğumuzu anlayıp karşıya geçmek için sıra bekleyenler nazikçe bize sıralarını vermek istiyor ancak kabul etmiyoruz. En sonunda sıramız geliyor ve birbirimizin fotoğrafını çeke çeke karşıya geçiyoruz. Buz gibi su nasıl içerken güzel geliyorsa ayaklara da buz gibi su çok iyi ve dinlendirici geliyor. Canımız sudan çıkmak istemiyor. Girmesi bir dert, çıkması ayrı bir dert.


Dereye turist grubu ile iniyoruz.

Dere pırıl pırıl. Zaman olsa içine girilecek kadar berrak.

İniş sırası bizde

Müthiş bir dere geçiş trafiği var.

Sabreden dervişin sırası gelirmiş.

Geçiş sırası Altuğ'da. Çıkmak istemiyor sudan. Ayaklar bayram ediyor.


Biz dahil herkes derenin karşısına geçmiş durumda. Ayakları kurulayanlar ve kurutanlar bir arada. Daha doğrusu bizim dışımızda herkesin bir havlusu var ve ayaklarını kuruluyorlar. Biz ki yola çıkarken gram hesabı yaptık ancak ayaklarımızı kurulamak için bırakın havluyu, denize girmek için havlu bile almadık yanımıza. Tamamen doğal yollardan kurumayı veya çantalardaki pamuklu tshirtleri veya çoraplarımızın ayak bileğini saran bölgelerini kullanmayı tercih ettik. Bu gibi durumlar tamamen tercih meselesi. Herkes gibi bir kayanın üzerine oturduk ve ayaklarımızı kurulamadan önce suların iyice süzülmesini bekliyoruz. Bu arada turist grubunun türk kılavuzu bizi ayaklarımızı kurulamamız konusunda uyarıyor. Aslında bu yazdıklarımız onun uyarısını herkese aktarmak. Alman turist grubunun Türk kılavuzu ile ayaküstü bir sohbet fırsatı buluyor, önümüzdeki yol hakkında bilgiler alıyoruz. 


Doğal ayak kurutma metodunu seçtik mecburen.

Turist grubunu geçiyor yolumuza devam ediyoruz.


Paralel yürüyüşten sonra bir tepenin yamacına geliyoruz ve bizi sola doğru işaretler bizi bu yamaçtan içeriye yani bir vadi içerisine sokuyor. Tabii bu tepe karşımızda gözüken bir tepe değil ama işaretler bizi sola doğru yükselterek devam ettiriyor. Aslında bu tepenin, bir başka deyişle tepe silsilesinin Yanartaş tepeleri olduğunu daha sonra anlayacağız. Yeniden klasik bitki örtüsü olan dev çamların ve çalıların arasından yükselerek yolumuza devam ediyoruz.

Yolun başı çok dik olmayan bir çıkışla başlıyor. Yükseldikçe sağımızda kalan tepeye çıktığımızı anlıyor, solumuzda yükseldikçe derinleşen bir vadi olduğunu farkediyoruz. Tırmanışın başında turist grubunun sesini duyabiliyorken 5 dakika yürüyüşün ardından yine doğa ile başbaşa kalıyoruz. Ses yok. Kuş sesleri, zaman zaman esen zayıf bir rüzgar. Deniz kıyısına yaklaşmanın verdiği etki ile bugün hava daha sıcak. Gerçi yürüyüşümüzün ilk 3 günü tamamen deniz seviyesinden 1000 metre üzerinde olduğu için deniz seviyesindeki hava konusunda bir fikrimiz olmamıştı. Yanartaş üst bölgesi deniz seviyesinden 350 metre seviyelerinde. 1000 metre üzerindeki serin havaya alışmamızdan sonra buradaki sıcak hava biraz zorluyor ancak Nisan olması sebebiyle Akdeniz sıcakları henüz bastırmamış besbelli.

Burada daha önceki yazılarda yaptığımız gibi yürüyüş tarihleri konusunda bir tavsiye daha yapalım. Akdeniz iklimini herkes biliyor dolayısıyla gerek Fethiye, gerekse Antalya tarafında yapacağınız yürüyüş zamanını Haziran-Ağustos aylarına denk getirmemeye çalışın. Mayıs sonu, Eylül başı bile çok iddalı olabilir ancak sıcak buraların en sıkıntı yaratacak sorunu. Yürüyüş tarihlerini seçerken seçici olmakta kesinlikle fayda var. Güneşin 1 saat bile altında yürümek insanı eritiyor, tüketiyor buralarda.


Çıkışımız başlıyor. Turist grubunun sesini duymaya devam ediyoruz.

Yine kaldık doğa ile başbaşa.

Solumuzda derince bir vadi var. Yanartaş'a doğru çıkıyoruz.

İşaret sorunumuz da yok.

Çıkış iyice dikleşti

Solumuzda kalan vadinin derinliği

Yürümeye başladığından bu yana kondüsyonumuz fazlasıyla artmış durumda ve yürüdükçe dikleşmeye başlayan bu çıkışı güneşin yorucu etkisine rağmen tamamlamak üzereyiz. Bu çıkış çok uzun sürmeyecek. Yaklaşık 1.5-2 km. kadar dikçe bir çıkış olacak. Güneş sebebiyle, normal şartlarda molasız tamamlayabileceğimiz bu çıkış sırasında bir mola vermek zorunda kalıyoruz. Yüzümüzden uzun zamandır su gibi akmayan terler boşalıyor. Yukarılarda hemen soğuyup gidiyordu ama burada sucuk gibi olduk kısa zamanda. Ne olursa olsun deniz seviyesine, Olympos’a iniyor olmak heyecan veriyor. Bugünden itibaren dağlık bölgeler bitiyor artık. Çıkışlarımız çok yerel olacak ve şu andaki kondüsyonumuzu zorlayacak türden değil. 1000 küsur metrelere çok alıştık buralarda 200-300 metrelik çıkışlar gözümüzde büyümüyor şimdilik. 

Molanın ardından çıkış devam ediyor. Patika giderek dikleşmiş durumda. Tempomuzu koruyarak yavaş ve kararlılıkla yürümeye devam ediyoruz ve her çıkışta olduğu gibi yukarılarda çıkışın sonunu görmeye başlıyoruz. Hatta yukarıdan sesler de geliyor. Kesinlikle bir yerlere çıkacağız diye düşünüyoruz az sonra. Bu arada bu çıkış sırasında da işaret sorunumuz yok. Bu bölgeler Likya Yolu’nun en aktif parkurlarından biri. İşaretler, keyfe keder yapılmış babalar her zaman gözümüzün önünde.


Yaşasın gölgeden yürüyoruz.

Suratımızdan terler fışkırıyor.

Çıkış bitmek üzere. Burada da baba inşaatları var

Yukarıdan insan sesleri geliyor. Yukarı Yanartaş'a vardık sonunda.


Yukarıdan gelen sesler giderek belirginleşti ve heyecan arttı. Sanıyoruz çoğunlukla güneşin altındaki çıkışımız tamamlanıyor. Yukarıya vardığımızda burada da bir turist kafilesi ile karşılaşıyoruz. Yine rehberleri yaşça oldukça büyük ancak çok dinç gözüken, birazdan tüm samimiyeti ile yanımıza kadar gelecek Ahmet Abi. Turist kafilesine merhaba diyoruz ve Yanartaş Tepesinin en tepesindeki yanartaşları incelemeye başlıyoruz. Normalinde aşağıdan yapılan turistik çıkışlarda buralara kadar gelinmiyor. Herkesin bildiği yanartaş bölgesi 1 km. daha aşağıda. Bu bölge zaten topografik haritalarda "Yukarı Yanataş bölgesi" diye geçiyor. Çok fazla yanartaş yok burada ancak Çıralı sahillerinin tüm netliği ve detayı ile muhteşem bir manzarası var.

Rehberi olduğu turist grubuna buraları anlatan Ahmet Abi bir yanartaşları inceleyip soluklanırken yanımıza geliyor. Kendisi senelerdir buralarda rehberlik yapıyormuş. Yaşı 50 üzerinde ancak oldukça fit gözüküyor. Buraları bayağı iyi biliyor ki bizim nereye gittiğimizi öğrenince önümüzdeki Musa Dağı ve Gelidonya Feneri parkuru hakkında yararlı bilgiler verip yanımızdan su eksik etmemizi ve bu sıcakta bolca mola vermemizi öğütlüyor. Aklımızda tutmak zor ancak oracıkta tüm detayı ile önümüzdeki yolu o kadar detaylı ve hevesle anlatıyor ki dinlemek büyük zevk. Konuşmasını bölemiyoruz bile. Olympos'tan Musa Dağı çıkışının karışık olduğu (sonradan Likya Yolu Blog arkadaşımız Osman bize yardımcı olacak) hatta denk gelirsek alerji ve kaşıntı yapan sarmaşıklar olduğunu da söylüyor. Hatta 1 gün sonra yürüyeceğimiz Adrasan'dan Gelidonya fenerine yürürken en son su kaynağını bile tarif ediyor. Herşeyi aklımızda tutmak zor ama bir kenara yazıyoruz. Sonra bir şekilde hatırlıyoruz. Ne olursa olsun buraları tecrübe etmiş insanların öğütlerini dinlemek önemli. Bir öğüt çok zaman kazandırır.



İşte ilk yanartaş. önünde saygıyla eğiliyoruz.

Böyle ufakları da var.

Aşağıdan yanlız gelen bir turist. Aşağıda daha fazla olduğunu söylüyor.

Yanartaş. Sürekli yanıyor.


Bu da yanıyor.

Yukarı Yanartaş'tan Çıaralı sahil manzarası.


Ahmet Abi'nin turist kafilesi Ulupınar yönüne devam ediyor. Kendileri ile vedalaşıp inişe geçiyoruz. Tam inerken, inişin biraz dik olduğunu dikkat etmemizi de öğütlüyor. Türk olmamıza da şaşırdı herhalde. Burası da yabancı turist dolu. Rehberler haricinde daha Türk'e rastlayamadık. Manzaranın keyfini biraz daha çıkartıp inişe geçiyoruz. İnişe geçtiğimiz sırada tek başına tepeye varan bir turiste daha rastlıyoruz. Merhabalaşıp yolumuza devam ediyoruz. Kendisi aşağıda daha fazla yanartaş olduğunu söylüyor. Bahsettiği yer herkesin bildiği yani çıktığı bölge ama daha buraya inmek için uzun ve dikçe iniş yapmamız gerekiyor.

Sağımıza Yanartaş’ın zirvesini alarak inişimizi Çıralı manzarası eşliğinde denize doğru dik bir cepheden kıvrılıp, zigzaglar çizerek yapmaya başlıyoruz. Güneş tepemizde, hatta burada hiç gölge yok!! İniş olmasına rağmen bu bölge kuru toprak ve kayalık. Dolaysıyla iniş sırasında bolca kayıyoruz. Bir ara dik inişe, kaymaya ve sıcağa dayanamıyor ve çantalarımızı çıkartmadan ayaküstü su molasu veriyoruz. Bu sırada enselerimizin de yanmaya başladığını farkediyor hemen şapkalarımızı kafamıza geçiriyoruz. Şapka takmak da zor aslında. Bu sıcakta şapka takıp hareket edince de daha beter terliyoruz. İşimiz zor. Sıcak bastırdı. Temmuz'da Ağustos’ta buralar kimbilir nasıl olur?


Yukarı Yanartaş'tan güneşin alnında inişe başladık.

Yerler çok kuru, iniş dik. Oldukça zorluyor.

İşte herkesin bildiği Yanartaş bölgesine varıyoruz.


Yaklaşık 1 km.lik bol güneşli ve yorucu bir inişin ardından karşımıza hepimizin bildiği, hemen aşağısında tapınağın olduğu yanartaşlar çıkıyor. Başta önemsmiyoruz ama girişin paralı olduğu yazıyor. Dağları, bayırları aştık, derelerden geçtik karşımıza paralı yol çıktı. Bizimle ilgili değildir herhalde diyerek yanartaşları incelemeye koyuluyoruz. Burada çok daha fazla yanartaş var. Zamanın kutsal yeri şimdi çayların demlendiği, yemeklerin piştiği, yemek artıklarının yakıldığı yanartaşlarla dolu. Çok temiz sayılmaz. Buraya gece veya gündüz gelenler gelişi güzel kamp yapıp gitmişler gibi gözüküyor.

Bu kadar çok alevden kaynaklı çevrede ateşin verdiği bir ses, uğultu var. Güneşin altında olmak şu anda pek de umurumuzda değil. Özellikle buralara ilk defa gelen Altuğ çok daha dikkat ve hayretle inceliyor çevreyi. Bu arada etafta tek tük fotoğraf çekilen turist grupları da var. Yeri gelmişken hemen burası hakkında mitolojideki inanışı aktaralım. Mitolojiye göre, kanatlı at Pegasus'un sırtındaki Bellerophontes, ateş soluyan canavar Kimera'yı (Khimaira) burada öldürür. Hala yanmakta olan ateşin öldürülen canavarın ağzından çıkan alevler olduğu söylenmektedir. Bizans döneminde de kutsal sayılan bu bölgede Bizanslı demiciler tarafından inşa edilmiş bir tapınak bulunmaktadır. Yaz kış yanan bu ateşin aslı yeraltı kaynaklarından dışarı sızan doğal metan gazıdır. Bir ismi de Poseidon'un sönmeyen ateşidir.

Hem güneş ve ateşin sıcaklığına daha fazla dayanabilmek pek mümkün gözükmüyor. Biraz daha fotoğraf çekerek yürümeye yani inişe devam ediyoruz. Tapınağın yanından geçerken yerlerdeki eski yazılı taşlar da gözümüze çarpıyor. Burada çıkartılmayı bekleyen bayağı eski kalıntılar var gibi gözüküyor. Başlangıçta tapınak kalıntılarının yanından devam eden inişimiz bir süre sonra geniş sayılabilecek toprak patikaya dönüşüyor. 100-200 metre daha yürüdükten sonra Yanartaş’a çıkan 2-3 metre genişliğinde antik merdivenli yola çıkıyoruz ve aşağıya kadar bu yoldan ineceğimizi anlıyoruz. Buralarda da işaret sorunumuz yok. Zaten kaybolmak gibi bir problem de olmaz buralarda.


Yüzyıllar boyunca yanıyor. Ne bitmez doğalgazmış.

Bizans zamanında yapılan tapınak aşağıda

Yanartaşlar yanıyor

Şu fotoğrafları çekerken ter içerisinde kaldık.

Yanartaşlara son bir kez daha bakıyoruz ve sahile doğru inişe geçiyoruz.

Bizanslı demircilerin inşaa ettiği tapınak karşımızda.

Bizans tapınağı

Burada çıkartılması gereken daha çok tarihi eser var.



Yerde görünen taşların yarısından çoğu tarihi eser.  Aynı zamanda burası yürüyüş yolu.

Gölge varmış. Dünya varmış. Hasret kalmıştık.


Merdivenlerden konuşa konuşa iniyoruz bu arada aşağıdan Yanartaş’a çıkan turistlerle de selamlaşıyoruz yol boyunca. Hatta içlerinden bir çift aşağıya normal bir hızda indiğimiz halde halimize acımış olsa gerek, aşağıda su olduğunu hatta bira bile olduğunu söylüyorlar. Kendilerine daha çıkacak çok yolları olduğunun müjdesini de verdikten sonra inişe devam ediyoruz. Zaman zaman merdivenin sağında solunda antik kalıntılar da gözümüze çarpıyor. Burayı işleten veya sezonluk kiralayanlar 50-100 metrede bir çöp tenekeleri koymuşlar dolayısıyla ortalıkta çöp gözükmüyor.


İnişimiz devam ediyor. arkadaki tepeden iniyoruz deniz seviyesine.

Tarihin içerisinden inişe devam ediyoruz.

Burada da hatıramız kalsın. Yüzler gülüyor.

Bunlar sıradan kaya değil. Basamaklar.

Durmak yok inişe devam.

Yol bitiyor. Yanartaş'tan çıkıyoruz.


ve iniş biter. Hoşgeldin deniz seviyesi.


Tapınaktan sonra yaklaşık 1 km. süren inişimiz Yanartaş’ın Çıralı girişinde son buluyor. Çam ağaçları gölgesi altında yiyecek içecek çay bulabileceğiniz tahta bankların da olduğu bir büfe var Yanartaş girişinde. Karnımız aç değil. Hatta Çıralı’ya kadar kasaba içerisinden asfalttan yürüyeceğimizi biliyoruz ve zaman kaybetmeden tempolu yürümek istiyoruz. Tam çıkacakken arkamızdan işletmeciler sesleniyor ve bizden kişi başı 4’er TL para talep ediyor. Para çok yüksek değil ancak tamamen kendi enerjimizle, vasıta kullanmadan 120 kilometre yol yürüyüp Likya Yolu’nun geçtiği bir parkurda para vermek garip geldi. Sanki paralı otobana girmiş gibi olduk. Ortalık temizdi. Çöp tenekesi çoktu. Verdiğimiz para hizmet olarak dönüyor diyelim, yola devam edelim.


Tabelaları bir bir deviriyoruz.

Çıralı'ya az kaldı. Tam buradan Çıralı restoranları 3-4 km.

Çıralı sahile doğru yola devam ediyoruz.


Tesisin çıkışında çeşmede elimizi yüzümüzü yıkayıp su içiyoruz. Likya Yolu tabelası da burada Çıralı’nın 2 km. olduğunu gösteriyor. Artık deniz seviyesinde sayılırız. Yanartaş girişinden kısa bir süre toprak yoldan yürüdükten sonra asfalta çıkıyoruz ve yaklaşık 3 km. sürecek olan asfalt üzerindeki yürüyüşümüze başlıyoruz. Bulunduğumuz yer Çıralı’nın iç tarafında kalan yerleşimler. Hızımızı düşürmeden asfalt üzerinden hızlı adımlarla yürümeye devam ediyoruz. Bu arada işaret kaçırmamaya gayret ediyoruz. Malum yerleşim bölgesindeyiz bu tür yerlerde işaretler şaşabiliyor bir şekilde. Ancak bildiğimiz ve GPS’in de gösterdiği Çıralı sahiline çıkacak olmamız. Sahile yaklaştıkça pansiyonlar artıyor, seraların olduğu bir sokaktan geçiyoruz. Seraların yanında portakal, greyfurt ve limon bahçeleri de var. Hatta ilk gördüğümüz bahçeden dalda artık kurumaya bırakılmış portakalları görüyoruz ve sulu sulu iyi geleceğini düşünerek 4-5 tane yanımıza alıyoruz. Hemen 2 tanesini yürürken yiyiyoruz. Suları kaçmış, biraz kepeklenmişler ama portakalı dalından yemek bizi mutlu ediyor. Bu arada çiçekleri de çevreye o kadar güzel bir koku veriyor ki bu kokuyu içimize çekmeden, üzerlerindeki arı seslerini dinlemeden yürümek olmaz. Henüz sahile çıkmadık ama bulunduğumuz yer mutluluk veriyor. Bunun bir sebebi de yaz sezonunun açılmamasından da kaynaklı ama Çıralı oldukça tenha ve huzurlu gözüküyor.


Seralar yeniden başlıyor.

Bu kaktüs de tanıdık. Akdeniz'e hoşgeldik.

İşaret? Burada da işaret sorunumuz yok.

Narenciye ağaçları. Çiçekteler ve mükemmel kokuyorlar. Tarifsiz.

Hooop hemşerim noolıyee!!!!

Göz hakkı bu kadar da bariz alınmaz ki!!

Evin hemen arkasında kalan öndeki tepeden indik. Yanartaş bölgesi.



İlk gördüğümüz bakkalda soda molası vereceğiz. Portakallarımızı yiye yiye sahile ulaşmaya çalışırken GPS’e göre sahile çok yaklaşmış gibi gözüküyoruz. Böyle düşünürken, ana yoldan işaretleri takip edip bir sokağa giriyoruz ve sokağın sonunda sahildeki ağaçları, biraz ilerleyince de denizi görüyoruz. Sokağın hemen sonunda da bakkalı tabii. Dünyanın en az konuşan bakkalında sodalarımzı içip birşeyler yemek için duruyoruz. Çantaları çıkartıp, dolaptan sodalı kaptığımız gibi sandalyelere yerleşiyoruz. Sağolsun bakkal bize içeriden bir sandalye daha veriyor ve gölge ve deniz manzarasının keyfini çıkartıyoruz. Geçen sene çantalarımız o kadar ağırmış ki çantaları her çıkartığımızda omuzlarımızn çöktüğünü hemen anlardık. Bu sene çok daha rahat çıkartıp takıyoruz. Omuzlarımız perişan değil. Artık çantalarımız vücudumuzdan biri gibi. Ama geçen sene yürürken vücudumuzda asalak gibiydi. Her kilometrede düzeltip duruyorduk.

İkişer sodayı mideye indirip çubuk kraker, bisküvi, çikolata gibi ıvır zıvırlarla karnımızı doyuruyoruz. Bakkal içeride kendi halimnde sessiz sedasız oturuyor, biz dışarıda önümüzdeki yolun programını yapmakla meşgulüz. Çok meşgulüz çok. Bu arada Likya Yolu blogu üzerinden tanıştığımız Osman ile Olympos’ta görüşüp tanışma fırsatı bulacağız. Dün akşam kendisiyle mesajlaşıp Olympos’ta ayak üstü de olsa görüşüp tanışacağız. Kendisine kısa bir süre sonra Olympos’ta olacağımızın mesajını atıyoruz. Blog herkese yardımcı olsun derken azımsanmayacak derecede arkadaş kazandık. Buradan bizleri bu blogu yazmak için teşvik eden herkese teşekkür ediyoruz şimdiden. Unutmadan yazalım dedik.

Çıralı oldukça bakir bir yer hatta buranın halkının sahile yapılması planlanan turistik tesisin yapılmaması için verdiği çabaları da takdir ederek yürüyüşümüze sahile paralel yani kumsalın dibinden devam ediyoruz. Tatil veya popüler bir yer olunca aklımıza neden betonlaşma gelir anlamak mümkün değil maalesef.


Çıralı sahilinden Olympos'a doğru bakıyoruz.

Çıralı sahil.

Daha sahiller bomboş. Sezon açılmamış. Deniz biraz serinmiş.


Çıralı'nın müthiş kumsalını seyrederken, yolun diğer tarafında yani sağ tarafında tüm albenisi ile pansiyonlar yeni sezonu karşılamak için hazırlıklarını tamamlamış gözüküyor. Bazılarında caz, bazılarında klasik müzik bizi buraya bağlıyor adeta. Konuşmadan, çevreyi hayranlıkla seyrederek yürümeye devam ediyoruz. Neredeyse her pansiyon kendi önüne, yolun karşısında kumsalda daha rahet yürüyebilmek için düz taşlar koymuş. Basit ve doğal kaldırımlar. Böyle yerler gerçekten azaldı Türkiye'de. Tatil anlayışımız yıllar geçtikçe ya yabancılara ya da herşey dahil turizimine endeksli hale geldi ne yazık ki. Sahile yakından bakalım diyoruz ve  kumsala iniyoruz. Çıralı koyunun tam ortasındayız sağımızda Olympos'u görüyoruz. Fotoğraf molasının ardından yola devam ediyoruz. Burada bir gece geçirmeye değermiş ama önümüzde daha çok yol var. Zamanımız kısıtlı. Olympos dahil bu bölge aklımızda kaldı.

Yürüyüşe devam ediyoruz ve yol bizi sahilden içeriye doğru yani Çıralı'nın merkezine döndürüyor. Restoranlar, marketler ne ararsanız var. Aç, susuz kalmanız mümkün değil. Bu merkez aynı zamanda Kemer-Kumluca yolundan Çıralı diye ayrıldığınızda geleceğiniz yer. Her türlü restoran var burada. İngiliz bolluğunda "English Breakfast" tabelaları, marketler herşey mevcut. Buradan tüm yeme içme ihtiyaçları giderilebilir. Bu arada Osman'dan "sahildeyim" mesajını aldıktan sonra fazla oyalanmayıp yürüyüşe devam ediyoruz.

Pansiyon bolluğunu fotoğrafla belgelediğimiz noktada karşımızda köprü çıkıyor. Bu köprü Ulupınar'dan gelen yolun bitişindeki araç köprüsü. Önce kafamız karışıyor ama işaretler köprüden geçmeden hemen sola dönerek Olympos'a doğru dereye paralel olarak toprak yoldan yürümemizi söylüyor.


Olympos'a devam ediyoruz.

Reklam dünyası.

Pansiyon arayanlara hizmetimiz olsun.

Olympos sahile doğru iniyoruz.


Toprak yoldan 300 metre kadar sahile doğru yürüdükten sonra karşımıza yaya köprüsü çıkıyor. Köprüden geçiyoruz ve resmen Olympos'un çekim alanına girmiş oluyoruz. derenin bir yanı Çıralı, diğer yanı Olympos denebilir. Bu köprü bizi pansiyonlara ve yaklaşık 100 metrelik bir yürüyüşle sahile çıkartıyor. Kumsaldan yürümeye başlıyoruz. Daha sezon açılmadığı aşikar. Denize giren çok az insan var. Herkes mayo ve bikinilerle güneşin keyfini sürerken biz uzaydan gelmiş astronotlar gibiyiz. Sırtta çantalar, tam teçhizat, ayakkabılara kum girmeden yürümeye çalışıyoruz. İnanılmaz bir manzara var burada. Ne olursa olsun görülmeli.


Dereyi geçişinden sonra Olympos'un çekim alanındayız.

Dereyi geçiyoruz.

Olympos sahili. Çıralı'dan daha kalabalık.

Herkes denizde bizim sırtımızda çantalar kumdan yürüyoruz.

Akçay (Olympos) deresinin denize döküldüğü noktadayız.

Şu denize giremedik ya. İçimizde kaldı.

Her yerde antik kalıntılar var.


Kısa bir yürüyüşten sonra Olympos deresinin döküldüğü noktadayız. Sahilin hemen içerisindeki tüm antik kalıntıları görebilmek mümkün. Osman bizi içerideki otoparkın orada beklediğini yazdı. Çünkü oradan yolumuza devam edip Musa dağına çıkacağız. Mehmet video, Altuğ fotoğraf çekmeye başlıyor. Çevrede insanlar özgürce bu muhteşem yerin keyfini çıkartıyor. Burası gerçekten görülmeli ve burada bir gece geçiremeyeceğimiz için gerçekten çok üzgünüz.

Yolumuza devam etmek için antik şehirden yani açıkhava müze bölgesinden giriş yapmamız gerekecek derken müze görevlisine rastlıyoru. Kendisine otopark ve Likya Yolu'nun devamını sorduğumuzda bize tarif etmeye başlıyor sağolsun. Samimiyeti ve yardımseverliğini görünce burada bir hatıra fotoğrafı rica ediyoruz kendisinden. Bizi kırmıyor ve Otopark'a kadar bizi götüreceğini söylüyor. kendisi önde biz arkada kumsaldan içeriye doğru yürümeye başlıyoruz. Müze girişinde bizden para almak isteyen memura "gerek yok. gezmeyecekler. Likya Yolu yürüyorlar" diyor. Aslında bizce olması gereken de bu. Evet gezecekler buraya çantalarını bırakıp müze giriş paralarını veya müze kartını gösterip Olympos'u gezebilirler ama bizim gezmeye zamanımız yok sadece yol üzerinde görebildiklerimizi belgeleyeceğiz. Yanartaş'ta böyle olmadı ama. Perme perişan dağlardan indik, ne olduğunu anlamadan 8 TL. ödedik. Ödediklerimiz hizmet olarak buralara döndükçe her zaman ödemeye razıyız tabii.

Akıl vermek bize düşmez ama Olympos tarihi hakkında bazı bilgileri paylaşalım. Olympos'un Hellenistik Devir'de kurulduğu tahmin edilmektedir. Varlığı M.Ö. 2. yüzyılda bastırılan Likya sikkelerinden anlaşılmaktadır. Likya'da birliğin önde gelen 3 oy hakkına sahip 6 ana şehrinden biri olma özelliğine sahiptir. M.Ö 1. yüzyılda şehir korsanların eline geçse de M.Ö. 78'de Romalılar tarafından şehir korsanlardan temizlenmiş Roma hakimiyetine geçmiş, tabii gazların yandığı (Yanartaş mevkii) Çıralı'daki demirci tanrı Hephaistos kültü ile büyük bir ün sahibi olmuştur. Tarihin birçok döneminde korsan istilalarına maruz kalan bu antik şehir Venedik, Ceneviz ve Rodos şovalyelerinin Akdeniz'de cirit attığı Ortaçağ'da şehir biraz hareketlilik yaşamış olsa da Osmanlıların deniz üstünlüğünü ellerine geçirmesinden sonra önemini kaybederek 15. yüzyıldan sonra terk edilmiştir. Olympos Antik Kenti, ortasından geçen Akçay (Olympos Çayı) ile ikiye bölünür. Olympos kelimesinin Yunanca kaynaklı olmadığı düşünülmektedir. Bu adın kaynağı ve anlamı tam olarak açıklanmamakla birlikte, eski Anadolu dillerinden geldiği ve genellikle "yüksek dağ, ulu dağ" anlamında kullanıldığı anlaşılmaktadır.



Akçay deresi. Olympos'un kalbindeyiz.

Herkes mayo ile hatıra fotoğrafı çektirecek değil ya.

Sahilden içeriye doğru yürüyoruz.

2200-2300 yıllık kalıntılar arasından ilerliyoruz.

Etkilenmemek mümkün değil. Her yer tarih.

Burası anlaşılan güzel bir şehirmiş zamanında.

Olympos manzaraları

2200 yıllık tarih hala ayakta.

Burada kazı çalışmları hala devam ediyor.


Müze görevlisinin peşinden otoparka doğru yürüyoruz, bir yandan yanından geçtiğimiz antik kalıntıları inceliyoruz. Olympos yıllar yılı korunması gereken, Likya uygarlığından bugünlere kadar gelebilmiş en önemli ve sağlam kalabilmiş şehirlerinden biri. Müze yetkilisi bize derenin karşısını göstererek yola oradan devam edeceğimizi söylüyor. Kendisine teşekkür ederek Otopark’a doğru ilerliyoruz ve Osman ile nihayet görüşme fırsatı buluyoruz.

İnternette uzunca süredir yazıştığımız Osman ile karşılaşıyoruz. Kendisi ile bu blog üzerinden tanıştık. Sağolsun bizi bekledi tanışmak için. Tatilini geçirdiği Olympos’ta kendisi de boş durmayıp, burlardaki parkurlarda günübirlik yürüyüşler yapmış. Musa Dağı geçişimiz hakkında da kendisinden bilgiler alma fırsatı bulacağız. Büfeden aldığımız soğuk içecekleri içerken 5-10 dakika çantalarımızı çıkartarak dinleniyoruz ve sohbet ediyoruz. Bu blogu ilk yazmaya başladığımızda sadece Türkiye’den değil dünyanın dört bir tarafından güzel arkadaşlıklar başlattığını söyleyebiliriz. Yol gösterici olmanın yanı sıra burada kazanılan arkadaşlıklar da önemli bizim için. Spor yaparken, doğada yürürken insan olması gerektiği gibi çok daha hoşgörülü, huzurlu ve paylaşımcı olurken, şehirin kolaya kaçan, birbirini ezen insan profilleri yok oluyor adeta.


Zamanımız kısıtlı olduğundan yola devam etmek istiyoruz. Aslında bugün konaklamayı düşündüğümüz Musa Dağı’nın zirvesine erken varmayı düşünüyoruz. Geçmiş üç güne nazaran bugünü biraz daha makul bir mesafe yürüyerek, daha önemlisi kendimize vakit ayırıp keyif yapacak birkaç saat bırakarak tamamlamak istiyoruz. Osman bize Olympos Adrasan arası Musa Dağı geçişini yarım gün yani yaklaşık 6-7 saatte tamamlayabileceğimizi söylüyor. Saatin 14:00 olduğunu gözönünde bulundurursak Adrasan’a yine gece karanlığında koşturarak varacağız gibi gözüküyor. Kendisi yukarıda bir çoban kulübesi olduğunu, kamp ve su imkannın olduğu Musa dağının bu zirve geçişinde bulunan yere akşam olmadan ulaşabileceğimizi söylüyor. Bugünün konaklama noktası da belli olmuş oluyor. Evimiz sırtımızda, yemeğimiz de var. Zirvede, doğa içerisinde bir gece geçirmek hiç fena gelmiyor açıkçası.


Osman'ın kamerasından biz. Dereden karşıya geçiyoruz.

Osman'ın kamerasından biz. Karşıya geçtik. Çıkış arıyoruz.


Kendisi Otoparkın hemen yanından giden yolu bize göstermek için bizimle geliyor ve otoparkın köşesinde Osman ile vedalaşıyoruz. Bu satırları yazarken aklımıza gelecek zira ne yazıktır ki üçümüzün de bulunduğu bir fotoğraf karesi yok. Kendisinden özür diliyoruz.

Osman’ın bize yolu gösterdği iyi oluyor çünkü burası biraz karışık. Yardım almanız, çıkışı sormanız zaman kazandırabilir. Otopark’ın içerisine girmeden, hemen yanından, tellerinin dibinden yürüyerek dere yatağına iniyoruz. Dere (Akçay) yatağından karşıya geçip dere yatağından denize yönüne doğru 50 metre kadar yürüdükten sonra dere yatağından karşı taraftaki patikaya çıkışımızı yapıyoruz. Aslında bu çıkış Musa dağı eteğinde bulunan hamam, tiyatro ve surların olduğu karşı cephedeki antik şehir içerisine yapılıyor. Bu bölgede çok patika var. Bunların çoğu antik şehir içerisinde gezinti amaçlı açılmışlar. Dere yatağından yukarıya çıkınca sağa, yani deniz yönüne zıt yürüyünce seyrek de olsa işaretleri görüyoruz. Biraz ilerledikten sonra, çıkışın başlayacağı yerde 15-20 metre kadar bu kadar ot arasında kaybolan işaretler sebebiyle yanlışlıkla natik şehir gezi parkuruna girdiğimizi anladıktan sonra geri dönüyoruz ve dağın içerisine doğru antik şehir kalıntıları arasından tırmanarak giriyoruz.


Antik şehirde kaybolmak buna denir.

Yolun başında Yanartaş'ta gördüğümüz Ahmet Abi'nin bacak şişiren, kaşındıran zehirli sarmaşık nasihati aklımıza geliyor. dolayısıyla bastığımız yerlere dikkat ediyoruz. Çıkışın başı oldukça dik ve çalılık. Yukarılara doğru patika biraz daha genişler diye umuyoruz.

Bu dik çıkış sırasında yukarıdan gelen güler yüzlü turist çifti görüyoruz. Yukarıdaki çoban kulübesinde geceyi geçirebileceğimizi onlardan da öğrenerek yolumuza devam ediyoruz. Çıkışımız devam ediyor. Musa Dağının içlerine doğru yükselerek giriyoruz. Patika biraz daha genişledi ancak burada da önümüze birçok devrilmiş ağaç çıkıyor. Kah üzerinden, kah yanından tempomuzu düşürerek yola devam ediyoruz. Tahminimizce yukarıya 2 saate ulaşmış olacağız ve bugün güneş daha batmadan keyif yapıyor olacağız. Hayali bile güzel...


Yolu bulduk. Musa Dağı'na çıkış başladı.

Yine devrilmiş ağaçlar, dar patikalar.

Çıkarken karşılaştığımız turist çift

Olympos aşağılarda kaldı. Birazdan gözden de kaybolacak.


Olympos, bir başka deyişle Osman ile aşağıda ayrıldığımız otopark bölgesi bayağı aşağıda kaldı. Zaten bu noktadan bakış da Olympos'u seyredebildiğimiz son manzara denebilir. Yarım saatlik bir çıkıştan sonra yeniden güleryüzlü bir turist çifte daha rastlıyoruz. Bizim bu saatte Adrasan için geç kaldığımızı ancak yukarıdaki çoban kulübesinde geceleyebileceğimizi, hatta dün geceyi kendilerinin de orada geçirdiklerini söylüyor onlar da. Anlaşılan burası bayağı meşhur bir kamp alanı. Su da varmış. Bu kadar insanın tarifine göre yukarısı gece bayağı kalabalık olacak gibi gözüküyor. Yola devam.

Olympos'tan bu yana çıkış çok da kolay değil. Zaman zaman diklik bayağı artıyor. Musa Dağı'nın içerilerine doğru bir vadi yamacından giriyoruz. Olympos artık gözükmüyor. Yukarıya doğru baktıkça bitişi göremiyoruz ve bu çıkış daha devam edecek gibi gözüküyor. Kısa sürede 7-8 km. yürüyerek deniz seviyesinden 700 metrelere çıkacağız. Asıl çıkış da yolun başında zaten. Sonlara doğru çıkış biraz daha rahatlayacak.


Ormana giriyoruz artık.

Zamana karşı koyamamız ağaçlar karşımıza çıkıyor.

Ağaçların  arasından çıkışımız devam ediyor.

Gölge olduğu zaman hayat güzel.

İhtiyaç molası hatırası.


400 metrelere ulaştık ve buraya kadar mola vermedik. Yukarıda su olduğuna da güvenerek çok fazla zaman kaybetmeden gölgelik ve rahatça oturabileceğimiz bir yerde su molası veriyoruz. Yukarıdaki çoban kulübesine kadar burada su olmadığını tekrar hatırlatalım. Bu dik ama keyifli çıkışta hatıra fotoğrafı çektirmeden olmaz diyoruz. Olympos'un çekim alanındayız. Daha da güzeli tanrıların dağına çıkış yapıyoruz. Bunu bile düşünmek Olympos'un o mistik havasını, kendisi ile özdeşleşen ulu Musa Dağı'na çıkıyor olmak, yürüyüşümüzün keyfini arttırıyor. Zaman kaybetmeden, güneşi yukarıda kaçırmadan yola devam ediyoruz.

Yükseldikçe Likya Yolu'nun kızıl gövdeli ağacı Sandal ağaçlarına rastlıyoruz. Her yer sandal ağacı desek yalan olmaz. O kadar ilginç gövdeleri var ki çoğu zaman yapılarını kaslı insan vücutlarına benzetiyoruz. Hatta birinde Mehmet'in kolu ile birlikte fotoğraf bile çektiriyoruz. Dik ve yorucu olmasına rağmen halimizden memnunuz.


Likya Yolu ağaçları deyince ilk aklımıza önce çam sonra sandal gelecek.

dev sandal ağaçları gölgesinde çıkış devam ediyor.

Yılların kuvvetini içerisinde barındıran sandal ağaçları

Hangisi gerçek? (kol saatine fotomontaj yapsaydık keşke)

Tekrar soruyorum. hangisi gerçek?

Bacak kası gibi. Kudretli sandal ağacı.

Fotoğrafta göze ilk çarpan ögeler: Önce Mehmet sonra sandal ağacı.


Sandal ağaçları arasından yaptığımız bol gölgeli tırmanış, yangın çıktığı belli olan bir açıklıkta son buluyor. Bir çok çam ağacı ortadan kırılmış. Belli ki burada bir orman yangını olmuş ama büyümeden kurtarılabildiği kadar kurtarılmış. Burada orman yangını hayali bile kabus gibi geliyor. Bolca devrilmiş ağaçların üzerlerinden sekerek yolumuza devam ediyoruz. Çıkış yukarıda bitecek gibi gözükse de az sonra patika bizi "U" şeklinde döndürecek ve yeniden dev çam ağaçlarının arasına gireceğiz. Anlaşılıyor ki burası yapmış olduğumuz çıkışın dibi. Yani solumuzdaki vadinin dibine ulaştık ve Olympos yönüne doğru döndük. Tabii Olympos yönüne doğru çok uzun yürümeden gölgeden kıvrılarak bir çıkış ile artık zirveye yaklaştığımızı farkındayız. GPS de böyle diyor zaten. Bu bölgede de işaret sorunumuz yok. Bir tepenin yamacından yukarıya doğru çıkışımız devam ediyor. Geçtiğimiz 3 günü de katarsak bugün yorgunluğumuz biraz daha erken başlıyor diyeceğiz ama saat 17:00 olmuş bile. Neredeyse 2.5 saattir tek mola ile tırmanmaya devam ediyoruz.


Yangın alanı olarak tahmin ettiğimiz bölgeye varıyoruz.

Altuğ da ilerliyor emin adımlarla.

Yine devrilmiş ağaçlar. Temposuz çıkışlar.

Yeniden orman içerisindeyiz. Çıkış devam ediyor.

Bacağına kuvvet. Tırmanmaya devam!!

Bu çıkış da bir gün bitecek elbet!!

Çıkışımız oldukça dik ama sona yaklaştık.


Çıkışımız çam ağaçları arasından yükselerek devam ediyor. Kate Clow'un kitabında yazan Musa Dağı'nın zirvesi olan 690 metre'yi hedef alarak yürüyüp tırmandıkça hedefe yaklaşmış olmanın verdiği bir mutluluk var. Ancak bir an önce bu çıkışın bitmesini istiyoruz artık. Çam ağaçları gölgesindeki dik sayılabilecek çıkışımız 620 metre yükseklikte yerini yeşillikler içerisinden giden bir patikaya bırakıyor. Artık ağaç yok ve karşımızda tepenin sonunu görebiliyoruz. GPS'e göre bugünün sonuna gelmeye az kaldı. Son dik çıkışımızı yemyeşil bir patikadan yapıyoruz ve 5 dakikaya Musa Dağı'nın zirvesine varıyoruz. Yukarıdan ilk bakışta çoban kulübesi gözükmüyor ama çok yakınız. Diğer cepheye geçtiğimizde Olympos tarafından Adrasan tarafına geçtiğimizi anlıyoruz zaten. Tepeden yemyeşil bir patikadan iniyoruz. Dik bir iniş değil ve manzara oldukça ferahlatıyor. Aşağıda görünen orman yoluna bakılırsa buraya Adrasan tarafından traktörler için çıkış mevcut. Orman yolundan işaretleri takip ettiğimizde 100 metrelik bir yürüyüşten sonra çoban kulübesi karşımızda beliriyor. 3 dakikalık bir yürüyüşle de bugünün yürüyüşü kazasız, dertsiz, tasasız saat 17:15 itibariyle tamamlanmış oluyor. Çoban kulübesi önündeyiz. Kamp yeri bakmaya gerek yok çünkü çoban kulübesinin olduğu bölge tam kamp yeri. Alternatif aramanın gereği yok.


Son göründü!!!

Musa dağı'nın tepesindeyiz. Güney cephesi her zamanki gibi yemyeşil.
Yukarıdan kısa bir inişle orman yoluna iniyoruz.
Çoban kulübesine doğru devam ediyoruz. Sağdaki ağacın dibinde.
İşte çoban kulübesine vardık!!!

Budur!!!


Musa Dağından Adrasan tarafına bakış.

Çantalar çıksın artık. Bu kadar inceleme yeter.

Çantalarımızı çıkartmadan çevreyi, manzarayı kısa bir süre inceliyoruz. Aşağıda Adrasn'ın arka taraflarında  bulunan seralar göze çarpıyor. Bu noktadan deniz gözükmüyor. Manzara seyrini daha sonraya bırakarak hava kararmadan bulunduğumuz noktaya yakın olduğu söylenen su kaynağını bulmak için harekete geçiyoruz.  Kampı tam çoban kulübesinin karşısına kuracağız, hatta ateş bile yakıp eski günleri yad edeceğiz.

Çantaları sırtımızdan çıkarttık ve çevreye baktığımızda yukarılardan gelen bir su kaynağı, dere göremiyoruz ancak tam çantaları çıkarttığımız yerde yani sırtınızı çoban kulübesine verip yüzünüzü Musa dağı zirvesine çevirdiğinizde sola doğru bir patika göreceksiniz. Yani bu patika Ardrasan yönüne ters tarafta kalıyor. Zaten bu patika üzerinde de tek tük işaretler var. Bu patikadan 200 metre kadar aşağı doğru yürüdüğümüzde kayaların dibinde ince ince akan kaynağı görüyoruz. Su kaynağından suyu doldurmak için sabırlı olmak gerekiyor zira 1 litrelik SIGG tenekesi 5 dakikada anca doluyor. Enerji için yanımıza limonlu toz içecek aldık ve oracıkta doldurduğumuz buz gibi suyla kana kana içiyoruz. Taze sularımızı da doldurup kamp alanımıza geri dönüyoruz.


Adrasan'ın arkasındaki seralar.

Kamp keyfi

Keyif zamanı. Kulübe tam karşıda suya iniş Altuğ'un hemen arkasından.

Daha tam dinlenememiş besbelli.

Telefon zamanı.

Fotoğraf zamanı.

Musa Dağında yanlız bir kulübe 

Karınlar doydu, Çadır da kuruldu. Sıra gelecek ateşe.


Hava daha kararmadı. Kamp alanımıza geri döndüğümüzde yemyeşil çayıra uzanıyoruz ve ortamın keyfini, Olympos'un tertemiz havasını soluyoruz. 15-20 dakika sonra aydınlıkta ton balığı ve lavaş ziyafeti veriyoruz. Nasıl olsa elimiz artık hızlandı. Çadır kurmak, yerleşmek 10 dakika sürmüyor bile. Telaşa gerek yok. Güneş indikçe serinlik başlıyor ve sırtımıza polarlarımızı geçirmek zorunda kalıyoruz.

Hızlıca çadırımızı kurup içerisine mat ve uyku tulumlarımızı uykuya uygun hale getirip, hızlıca akşam yakacağımız ateş için çevrede bolca bulunan odunları topluyoruz akşam yakacağımız ateş için. Hava da kararmaya başladı zaten. Merakta olanlarla telefon görüşmelerini yaptıktan sonra ateşimiz yanıyor nihayet.



İşte ateş keyfi başlıyor. Hava da serin çok iyi gelecek.

Ateş oldu mu rahat durmayız. Hep ayaktayız.

Ne güzel bir oratam oldu. Ömre bedel.

Mehmet anlaşılan bayağı üşüyor.

Dağ bayır, gece gündüz demiyor. Altuğ çalışıyor. Şartlar çetin. 

Harıl harıl yarına çalışıyor Altuğ. Galiba kaybolduk.

Yarına nereye yürüsek? 

Mehmet'e müjdeyi veriyor. Yarın Karaöz'deyiz. Tabana kuvvet.

Bizim için çok şey ifade ediyor.

Ateş başında son enerjiler harcanıyor.

Yorgunuz ama huzurluyuz.

Çok çalıştı çok.

Çocukluğumuzun geçtiği elektriksiz ve susuz Kerpe gecelerine, bitmeyecek, çocuktan çocuğa geçmesini ümit ettiğimiz dostluğumuza yakıyoruz bu ateşi. Yıllar oldu ateş yakmayalı. Bir türlü denk getiremedik, fırsat bulamadık. Dalıp gidiyor gözler ateşin derinliklerine. Gecenin çöken karanlığında ateşi seyrediyoruz. Bizden başka kimse yok Musa Dağı'nın zirvesindeki bu yanlız kulübede. Aşağıda Adrasan'ın arkasındaki seralarınn bulunduğu yerden derinlerden ezan sesi duyuluyor. Likya Yolu kitabını ve haritayı çıkartarak yarın yürümeyi planladığımız Adrasan, Gelidonya Feneri parkurunu çalışıyoruz. Bir aksilik olmadığı sürece yarın geceyi Karaöz'de geçirmeye karar veriyoruz. Eğer vakitli çıkıp Adrasan'a erken inebilirsek zorlu bir parkur olan Gelidonya Feneri parkurunu da tamamlamayı planladık. Yolumuz yine uzun olacak.

Gözler giderek küçülüyor. Yorgunluk yine kazandı. İlk gece Göynük'teki gibi doğada uyumanın keyfi ve huzuru olacak bu gece. gece hava açık gibi. Çantalarımızı çadır bagajına saklamaya o kadar gerek yok. Otların üzerinde kurulu çadırımızda zaman zaman baykuş seslerinin böldüğü sessizliği dinleyerek dalıp gidiyoruz Olympos dağının kendine has oksijenini soluyarak.
Daha yeni Daha eski

نموذج الاتصال