Likya Yolu Haritaları, günceler, rota bilgileri, Likya Yolu GPS bilgileri, diğer tüm yazılara sayfanın üzerindeki MENÜ sekmesinden kolayca ulaşabilirsiniz

2012 - 3.GÜN (Yayla Kuzdere - Tahtalı Dağı - Beycik - Ulupınar) -23.Nisan.2012.Pazartesi


AT THE BEGINNING: For any detail, you can get in contact directly with us for communication in English. Please do not hesitate to ask for help. (altugsenel@gmail.com).
-----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
3.GÜN PARKUR DETAYLARI:
Başlangıç: 07:30
Bitiş: 19:45 (verilen tüm molalar dahildir)
Toplam mesafe: 28 km. (Daha detaylı hesap olarak Yayla Kuzdere'den Tahtalı belinden inişe geçeceğiniz en tepe noktaya kadar yaklaşık 8.5 km., Tahtalı geçişinin en yüksek noktasından Beycik arası 8.5 km., yani Yayla Kuzdere-Beycik 17 km., Beycik-Ulupınar arası ise 11 km. olarak düşünülebilir.)
Su: Çıkış olup efor sarfedeceğiniz için su sıkıntısı olabilecek bir parkur. Sularınız mümkün olduğunda çantanızda dolu kalsın ve su gördüğünüzde tazeleyin. Tahtalı eteklerinden geçtiğiniz zamanlarda sularınızı buz gibi akan sularda tazeleyebilirsiniz. Ancak su kaynakları Karadeniz'in dağları kadar bereketli değil. Yayla Kuzdere'den çıkıp tırmanmaya başladıktan 5 km. boyunca su mevcut. Dere, kaynak herşey var. Hatta Tahtalı tırmanışına başlayacağınız geniş bir açıklığa (bu bölgeye etek diyebiliriz) gelince yukarılardan gürül gürül akan dereden suyu soğukluktan içmekte zorlanacaksınız. Bu noktadan sonra parkur üzerinde Çukuryayla denilen geniş bir yaylada su kaynağı çıkış öncesi son su kaynağınız. Bu bölgeler dağlık, arayınca parkur dışına çıkarak çok ihtiyaç varsa mutlaka su bulunur ancak görünürde, yol üzerinde bir su kaynağı yok. Tahtalı belinden Yukarı Beycik tarafına doğru inişe başladığınızda da su yok. Su için 3-3.5 km. kadar iniş yapmanız gerekiyor. Su kaynağı burada tam karşınıza çıkacak. Buradan yanınıza alacağınız su ile Beycik'e ulaşabilirsiniz. Özetle özellikle sıcak havalarda Tahtalı geçişinde yanınızda su bulunmalı. Beycik-Ulupınar arası da su bakımından sorun olabilir. Dolayısıyla Beycik'ten su ihtiyacınızı karşılayıp yola devam etmeniz lazım.
Yemek: Yayla Kuzdere veya Gedelme'de yanınıza ara öğün için birşeyler alabilir Tahtalı Dağı geçişi sırasında yemeniz iyi olur. Zira uzun bir geçiş yapacaksınız. Tahmin edeceğiniz üzere Yukarı Kuzdere ve Beycik arası yerleşim yok. Beycik'de restoran bol. Hatta daha hesaplı olabilecek alternatifleri bakkaldan da karşılayabilirsiniz. Beycik-Uludere parkurunda da yemek yeme imkanı yok ancak Uludere'de çevre halkı tarafından bilinen alabalık restoranları var. Hesaplı yemek yiyebileceğiniz restoranlar buralar. Balık, et, pide, çorba yiyebileceğiniz alkol de satan restoranlar. Misafirperver ve güler yüzlüler.
Konaklama: Tahtalı geçişi sırasında kamp için güzel düzlükler var. Ancak Beycik cephesinin inişinde düzlükler biraz daha az. Beycik'te konaklamak için pansiyon bulabilirsiniz. Beycik'te çadır kamp düşünenler için caminin yakınında bulunan Beycik Panaroma uygun bir yer olabilir. Burada aynı zamanda yemek hizmeti de var (Sulfi Bey - +90-242-816 12 20) . Ulupınar'da pansiyon yok. Ancak çadır varsa konaklamanızı restoranlardan birine rica ederek size gösterecekleri bir yerde yapabilirsiniz. Ancak karayolu üzerindeki restoranlara değil aşağıda, dereye yakın, yola uzak olanları tercih edin. Tüm gece yol gürültüsünden çok canınız sıkılır. Likya Yolu'nun Antalya parkurları (Hisarçandır-Çıralı parkurları) genelde dağlık bölgelerden geçiyor. Dolayısıyla bu parkurlardan birilerini yürüyecek arkadaşların çadırlarını yanlarında taşımalarını öneriyoruz. Pansiyon sıklığı ve seçeneği kısıtlı. 
Parkur Zorluğu:  Tahtalı Dağı'nı geçeceğiniz için orta ve zor arasında sayılabilecek bir parkur. 900'den 1800 metreye çıkacağınız için özellikle yolun ilk 3 kilometresinde oldukça dik çıkış yapacaksınız. Buradan sonra çıkış dikliği azalıyor ancak bu noktadan sonra özellikle kar olduğu yerlerde çıkarken dikkatli ve yavaş olunmalı. Karın altında görünmeyen, sizi içine kadar düşürebilecek boşluklar var. Karlı bölgelerden geçiş sırasında yavaş ve sakin olmak lazım. Burada da batonların önemi büyük. Adımlarınızı atarken tüm ağırlığınızı vermeyin. Tahtalı'dan inişe geçtikten ilk 3-4 kilometre kayalıklı bölgelerden iniliyor ancak zor bir iniş değil. Zaten buradan sonra orman yolundan ineceksiniz. Beycik-Ulupınar arası da genellikle patika ve 1-2 yer haricinde zorlu değil. Sadece mesafe biraz uzun.
Parkur Yükselti Grafiği: Büyütmek için resimin üzerine tıklayınız.



HAZIRLADIĞIMIZ BLOGDAN HER TÜRLÜ FOTOĞRAF VE PARKURU ÜCRETSİZ İNDİREBİLİRSİNİZ. YANLIZCA FOTOĞRAF VE PARKURLARI MÜMKÜNSE İZİN ALIP VE KAYNAK GÖSTEREREK VERİRSENİZ ÇOK MEMNUN OLURUZ. BU İSTEĞİMİZ TAMAMEN EMEĞİMİZE SAYGI, PAYLAŞIMIMIZ HERKESİN BUYÜRÜYÜŞÜ YAPABİLMESİ AMAÇLIDIR. HER TÜRLÜ SORUNUZU DA YANITLAMAKTAN ÇOK MEMNUN OLURUZ. TEŞEKKÜRLER.  (altugsenel@gmail.com)

YOU'RE ALL WELCOME TO DOWNLOAD GPS ROUTES AND PICTURES FOR FREE. WE REALLY APPRECIATE IF YOU CAN GET A KIND PERMISSION AND PROVIDE THE SOURCE OF THE GPS ROUTE AND PICTURES BEFORE UPLOADING THEM TO YOUR SITE OR USING THEM ANYWHERE ELSE. THANKS IN ADVANCE. (altugsenel@gmail.com)

-----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------

Mehmet'in patlak mat üzerinde uyuyabilme çabaları haricinde temiz havası bol huzur dolu bir gece geçiriyoruz. İki gündür büyük çaba gösteriyoruz ve Kate Clow'a göre 3 günde bitmesi gerek parkuru 2 güne sığdırmış durumdayız. Aslında hesabımıza göre daha ileride olmamız gerekiyor ancak buraya kadar bile normalin çok üzerinde bir tempo ile geldik. 2 günde neredeyse %95'i dere yataklarında, inişli-çıkışlı patikalarda geçen 60 km. yol. Bugün bile geriye dönüp baktıkça şaşırıp kalıyoruz.

Sabah 06:30 gibi ilk Altuğ uyanıyor ve kendini çadırın dışına atıyor. Hava aydınlanmış durumda. Mehmet gece zaman zaman matının patlak olmasından kaynaklı uykuya dalmakta güçlük çeksede 9 günlük yürüyüşümüzün en serin gecesini geçiriyoruz. Bunun sebebinden biri de bir platform üzerinde ve çadırın tabanının toprak üzerinde olmaması.

Gece çardak altında yattığımız için çantalarımızı bagaja koyma gereği hissetmedik. Altuğ çantasını toparlamak için çadırdan çıkıyor. İnanlımaz bir sabah manzarası var. Altuğ bir kez daha günün en sevdiği saatlerinin güneşin ilk doğduğu zamanları olduğuna karar veriyor. Hava oldukça serin. Gece de zaman zaman uyku tulumuna girip koza şeklinde sarmalandığımız bile oldu. Altuğ toparlanırken pencereden Sevim Abla'nın uyandığını ve kendisine el salladığını görüyor. Kapının önüne çıkan Sevim Abla kahvaltıyı hazırladığını söyleyince 15 dakikaya geleceğimizi söylüyoruz. Kahvaltı haberini duyan Mehmet de ayaklanıyor ve yavaşça toparlanmaya başlıyoruz. Ne kadar yavaş olsak da yine de 15 dakikada giyinip, toparlanabiliyoruz. Bu işi iyi öğrendik biz.

Altuğ çantayı iyice toparladı. En sinir bozucu iş de çantayı kapatmaya yakın çantanın dibine veya ortasına konması gereken birşeyi unutmanız. Dolayısıyla önce konacak herşey sergi gibi dışarıda biriktirilip sonradan eklenmesi gerek sıraya göre çantaya konuluyor. Ne dedik? Bu işi iyi öğrendik biz.

Saat 7'ye doğru Sevim Abla dışarı çıkarak bizi sessizce içeriye davet ediyor. Altuğ turistleri de bekletmemek için içeriye giriyor. Mehmet'in 5-10 dakikalık işi daha var çadırda. Malum vakitli yola çıkacağız. Bayramlıkları giyiyoruz. Turistleri bekletmeyelim derken içeride tek masa olduğundan önden biz yiyeceğiz 10 dakikada arkadan onlar gelecek. Masayı onlara devredeceğiz. Yukarıda ayak sesleri geliyor zaten. Sevim Abla'nın eşi içeride uyuyor halen. Altuğ el yüz yıkama faslından sonra Mehmet'i acele etmesi için uyarıyor. İçeride soba yanıyor gürül gürül. Bu serinlikte de yanması da lazım.

Kahvaltı sofrası süper. Taze nane, peynir, zeytin, domates, ceviz, portakal, ekmek (altuğ'un ricası üzerine sobada kızaracaklar), çay ve sahanda yumurta. Daha ne olsun???


Kahvaltımız hazır. Kızarmış ekmek de geliyor.

Yumurtamız da hazır


Vakit kaybetmden sofraya oturuyoruz. Mehmet de gecikmeden geliyor ve bizi Tahtalı'dan geçirecek enerjiyi vücutlara yüklüyoruz. Kahvaltıdan yana bir derdimiz yok hatta sevim Abla taze nenelerden kopartıp çaya daldırmamızı söylüyor. Yeni yeni tatlar. Sofrada tepeleme ceviz. Ne güzel birşeymiş.

Kahvaltı sefamız içeriye giren turist arkadaşların "good morning" sesi ile bitiyor. Hemen kendilerine sessiz olmaları için el işareti yapıyoruz. İçeride uyuyan var. Kahvaltımızı toparlıyoruz ve masayı turistlere devrediyoruz törenle. 5-10 dakika sohbetin ardından çadırımıza geri dönüyoruz ve çadırımızı da toparlıyoruz. Artık yola çıkmak için hazırız. Kahvaltıyı bitiren turistler de dışarıya çıkıyor. Sırada hatıra fotoğrafı faslı var.


Umarız bir yerlerde tekrar karşılaşırız bu güleryüzlü insanlarla...

Fotoğrafın ardından turistler Sevim Abla'ya Göynük'ten bu yana peşlerine takılan köpeği buralardan uzaklaşmaması için burada bırakmak istediklerini söylüyor. Sevim Abla köpeği arka tarafta bir yere bağlıyor. Aksi takdirde yine takılacak peşlerine.

Bu bölgenin köpekleri böyle. Tüm yol boyunca sizin peşinizden bir dost gibi gelecek bir dolu köpek var. Kimbilir kaç turistin peşinden takılıp gidiyordur? Buraları kaç sefer yürümüştür? Peşinizden sanki bir beklentisi varmış gibi çaresizce gelmeye çalışınca da üzülüyorsunuz.

Bizden 10 dakika daha geç çıkacak turist arkadaşlarımız ve Sevim Abla ile vedalaşarak 3. gün yürüyüşümüze başlıyoruz. Yine yollar bizim. Bugün "Ver elini tahtalı!!!" diyoruz.

10-15 haneli bu yayla köyünün içerisinden yürüyüşümüze devam ediyoruz. Köy yolundan ilerleyerek sağ yanımızda köyün görünen en son evini arkamızda bırakarak tırmanmaya başlıyoruz. Aslında buraya kadar işaret sorunu yok. Doğru yolda olduğumuzu düşündüğümüzden GPS'e bakma gereği de duymuyoruz. Ancak her ne kadar köy çıkışı yol tarifi almış olsak da beklenen oluyor ve işaretlerin olmadığını anlıyoruz. GPS'i kontrol ettiğimizde yolun arkamızda kaldığını, hemen sağımızdaki tepeye doğru yükselerek gittiğini görüyoruz. Patika girişini kaçırdığımızı anlamak bize 200-300 metre geriye yürümemize sebep oluyor.


Yolu kaçırdık. Geriye dönüyoruz.

Şimdi doğru yoldayız. Çıkıyoruz tepelere.

Yolun tam sola 90 derece döndüğü noktada işareti hemen yukarıdaki bir taş üzerinde görüyoruz. İşaret yol üzerinde değil. Burada herkes dikkatli olsun gereksiz yere fazladan yürümesinler. Sağ tarafta yukarıda 2 evi geçtikten sonra köy yolunun 90 derece yukarıya döndüğü noktada hemen yukarıya çıkan patika var. Yolu kısaltmak için yoldan devam etmeyin çünkü farklı yönlere gidiyor.


Çık Mehmet çık. Tırman Mehmet tırman.

Yolumuz zaman zaman düz oluyor ama genelde çıkış.

İşaretler yolumuzun üzerinde

İşaret yoksa baba var

Zaman zaman oldukça bağırtan çıkışlar yapmak gerekiyor.


Günlük kaybolma hakkımızı tamamladıktan sonra patikadan tırmanışa başlıyoruz. Çok dik değil ancak uzunca bir çıkış olacak bu. Genellikle çam ağaçları gölgesinden yaklaşık 1-1,5 km.lik bir çıkışa başlıyoruz. Başlangıçta dik giden bu çıkış yukarılara doğru rahatlıyor ve solumuzda bir dere yatağına paralel devam ettikten sonra yeniden çam ağaçları arasında devam eden bir patikaya giriyoruz. 10-15 dakika çıkış şeklinde yaptığımız yürüyüşün ardından yemyeşil bir düzlüğe çıkıyoruz. Hemen ileriden su sesi geliyor. Daha yolun başında yaptığımız bu tırmanışın ödülü olarak buz gibi bir suyu hak ettik. Çantalarımızı çıkarmadan çanta dışına asılı duran bardaklarımızı çıkartıp buz gibi suyu bardak bardak içiyoruz. El-yüz yıkama faslının ardından yemyeşil düzlükte sıra geliyor işaret aramaya. Bu tür alanlarda işaret bulmak gerçekten zor ancak arama faslı çok uzun sürmeden düzlüğe çıktığımız noktaya geri dönüp ayak izlerine baktığımızda yolun sağa doğru gittiğini görüyoruz. Zaten yolu takip etmemizin hemen ardından bu kısacık patika bizi Yayla Kuzdere'nin yukarısında kalan, yayla evine giden orman yoluna çıkartıyor. Tam çıktığımız yerde de bir su kaynağı ve asırlık bir çınar var. Yola çıktığımız yerde yol ikiye ayrılıyor biri tam çıktığımız yerden yukarıya gidiyor öteki sola sapıyor. Biz sola sapacağız.


Geniş bir açıklığa varıyoruz. Su sesi geliyor.

İşte su!!! Bu kadar çıkıştan sonra büyük ödül.

Yaklaş Mehmet. Suya doğru yaklaş.

Buz gibi su. Kaç bardak içtik belli değil.

Suyu ile hatırlayacağımız bu güzel düzlüğe veda zamanı.

Hemen yola çıkıyoruz. Yol ikiye ayrılıyor. İşaretleri takip ediyoruz.

Bu yön doğru yön.

Orman yolundan yürüyüşümüze Tahtalı Dağı'na yaklaşarak devam ediyoruz. Tek anlamaya çalıştığımız Tahtalı Dağının nerelerinden geçeceğimiz. Bunu da yürüdükçe görüp anlayacağız zaten. Bu bölgede su sorunumuz yok. Yol üzerinde bir su kaynağına daha rastlıyoruz. Şelale gibi akıyor. Buz gibi. 1 km.lik bir yürüyüşün ardından çıkıştan önceki son evin yanından geçiyoruz. Evde birileri kalıyor ancak evde değiller. Evin yanında da çok güzel düz bir çayır var. 5 dakika sonra bu yol ile de bağlantımız bitiyor ve bizi Tahtalı Dağına çıkaracak patikaya giriş yapıyoruz. Tahtalı Dağı muhteşem manzarasıyla tam karşımızda artık. Bu patika sizi Tahtalı Dağının eteklerine çıkartıyor ve yamaç ile Tahtalı arası derince bir vadi tarafından kesilmiş.


Yol üzerinde bulunan başka bir su kaynağı.

Yoldan yürümeye devam ediyoruz.

Şöyle bir yayla evinde birkaç hafta geçirmek ne güzel olurdu...

Yayla evinin yanındaki geniş düzlük.

İşte yolun sonu. 1800 metrelere kadar çıkışlar başlıyor artık.

Manzaramız seyredilmeye değer

Yamaçlardan ilerliyoruz. Bir yandan yükseliyoruz.

Çam ağaçları arasından çıkışımız sürüyor.

Alabildiğine çam ormanı ve vadi manzarası.

Ne olursa olsun çıkar. Eski toprak ne de olsa.

Mola verecek yer arıyoruz.

Yaşasın İlkbahar!!!

Baba mimarisi gelişmiş buralarda.


Çam ormanı sağımızda kaldı ve vadi yamacından tırmanışımıza başlıyoruz ve Tahtalı'dan geçeceğimiz beli kabaca görebiliyoruz artık. Muhteşem manzaralar eşliğinde yürüyoruz. Başlangıçta bodur çalı ve çam ağaçları arasından giden patika yükseldikçe yaşlı çam ağaçlarının gölgesinde yürünen bir patikaya bırakıyor. Çantaları çıkarmadan verdiğimiz su molası haricinde Yukarı Kuzdere'den bu yana henüz mola vermedik ve birbirimizi mola için uyarıyoruz. Çıkış enerjimizi yiyiyor ve birbirimizi uyarmadıkça yürümekten durmayı unutuyoruz. Gölge ve durulabilecek ufak bir düzlük görürsek duracağız. Patika biri kısa bir süreliğine de olsa çam ormanı içerisine sokuyor ve gölgede durulabilecek bir yerde mola veriyoruz. Burası bir çıkış ve genelde rahat dinlenebileceğimiz bir düzlük yok.

Bu mola hem su, dinlenme, telefon ve fotoğraf molası oluyor. Arayanımız, bekleyinimiz çok. Aklımıza gelen, bizden haber bekleyen herkesi aramaya çalışıyoruz. Bu arada cep telefonlarımızı pillerinin bitmemesi için kapalı tutuyor, gerek duyduğumuzda belli bir süreliğine açıyoruz. Bu bölgelerde cep telefonu sinyali zayıflayabiliyor. Böyle olunca telefonlar aşırı pil yiyiyor. Daha önemlisi, pil kendi kendini yemese bile tam yürüyüşe konsantre olmuşken telefon çalıp laf yetiştirmek konsantrasyon bozuyor. Hayatımız yeteri kadar cep telefonuna endeksli zaten. Telefon görüşmeleri tamamlanıp su ihtiyacımızı da giderdikten sonra toplu fotoğraf işimizi de bitiriyoruz. Yürüyüşe devam etmenin zamanı geldi. Daha yolumuz uzun ve zaman kaybetmemeliyiz.


Mola istiyoruz!!!

Ohhhhh dünya varmış. Çantalar fora!!!

Mola gibisi yok!!

3. gün hatırası


Çam ağaçları arasından kısa bir yürüyüşün ardından ormanlık bölümden bomboş bir araziye çıkıyoruz. Tahtalı tüm heybetiyle karşımızda. Dikenli tellerin dibinden yola devam ediyoruz. İşaret sorunumuz da yok. Arasıra arkamıza dönüp baktığımızda 1-2 gün önce yürüdüğümüz yerleri tespit edebilmek neredeyse imkansız. Yayla Kuzdere bile aşağılarda biryerlerde kaldı ancak Gedelme büyük bir yerleşim olduğundan yukarıdan görülebiliyor. Dik olmayan bir çıkış yapıyoruz. manzara o kadar etkileyici ki Mehmet durup kısa bir video çekimi yapıyor. Hemen ileride Tahtalı çıkışımızın yol üzerindeki son diyebileceğimiz su kaynağını görüyoruz. Yukarılardan kar suyunu toplamış, gürül gürül akan bir dere. İşaretler bizi dereye paralel yukarıda görünen dağ geçişine doğru götürüyor ancak yanımızda suyumuz olmasına rağmen buz gibi bu suyun tadını çıkarmaya karar veriyoruz ve derenin kenarına kadar gidiyoruz.

Dere suyu kar sularını topladığı için tahmin ettiğimiz gibi buz gibi. Beraberinde koca koca ağaç gövdelerini de taşımış. Kafamızı suya daldırarak su içmek gibi şaklabanlıklar yapıyoruz. Şişeye, bardağa gerek yok. Burada sırf buz gibi dağ suyunun doyumsuz keyfini sürmek için durduk. Yukarıda bulunan Çukuryayla kaynağı ile burası suyumuzu tazeleyeceğimiz son kaynak. Yine çok oyalanmadan kafamızı ıslatıp yüzümüzü yıkıyoruz. Yükseldikçe buluta sise, buluta girebiliriz ama havanın durumuna göre uzunca bir süre güneş tepemizde olacak gibi gözüküyor. Çok oyalanmadan yeniden işaretlerin izinde çıkışımıza devam ediyoruz.


Yürüyüş başladı. Dikenli tellerin amacı nedir bu dağ başında acaba??

Yayla Kuzdere aşağıda kaldı. Çok ileride Gedelme gözüküyor.

Ekibin fotoğrafçısı iş başında.

Gel Altuğ!!! Yol burada.

Gedelme'ye bakıyoruz. Yüksek bir tepeden.

Tel örgüleri takip ederek ilerliyoruz.

50 metre bile yükselmek manzara ve persfektifi değiştiriyor.

Gedelme şimdi daha belirgin.

Tahtalı etekleri

Patika giderek daraldı ve dağın eteğine vardık sayılır

Gelişmiş baba teknolojisi önünde poz veriyoruz.

Gürül gürül akan bir dere. "Hayır" demeden keyfine varacağız.

Dere başında mola vereceğiz.

Mola zamanı.

Altuğ!! Yavaş ol!!! Bize de su kalsın.


Ağaçların iyice azaldığı kayalıklı bölgeden yukarılara doğru çıkmaya başlıyoruz. Yükseldikçe karlı bölgelere doğru yaklaştığımızı fark ediyoruz. Çıkışın dikleşmeye başladığı yerde klasik dağ çıkışı yani zigzaglı patika başlıyor ve 1500 metrede ilk kez ayaklarımız kara basıyor. tabii bu anı da hemen hatıralarımız arasına aldıktan sonra yola devam ediyoruz. Aslında bu kar ileride yapacağımız zorlu ve dikkatli geçişlerin habercisi. Kar eridiği için işaret anlamında bir sorun yok. Eğer kar altında kalan işaret varsa zaten çevrede baba gözüküyor. Bu bölgelerde yürüyüşçüler arasında paylaşım oldukça iyi. Dağ geçişleri yerleşim yerlerinden yürümeye benzemiyor. Patikalanın sizi götürdüğü belli bir yola bağlı kalmak zorundasınız aksi takdirde gereksiz yorgunluk, çıkmaz yollar ve sakatlanmalara kadar her türlü beter durumla karşılaşabilirsiniz. Ayrıca bugün yürüdüğümüz parkur Antalya tarafına tatile gelen turistler tarafından günübirlik turlarda yürütülen popüler bir rota. Turistler genelde ya Beycik ya da Gedelme tarafından Tahtalı'nın zirvesine çıkıyor zirveden aşağıya teleferikle iniyorlar. Bugün bunun gibi çok turist göreceğiz. Bu çıkışı genellikle Beycik cephesinden yapıyorlar. İnişte de göreceğiz ancak bu cephe biraz daha zorlu gibi. Örneğin, Beycik cephesi güneye baktığı için hiç kar yok.


Çıkış başlıyor yeniden. Artık kar başlıyor

Antalya'da kar!!! Garip geliyor insana.

İlk kar geçişimizi yapıyoruz.

Kar az değil. Batabiliyorsunuz. Dikkat etmek lazım.

Mehmet ilk kar geçişini tamamlamanın verdiği bir huzur ile poz verdi.

Dikkat ediyoruz ama manzara seyretmeden yola devam etmiyoruz.

Artık ağaçlar bitti sayılır kayalık bir bölgeden çıkış yapıyoruz.

Altuğ kar çıkışı yapıyor. Pek heyecanlı.

Zigzaglar çizerek çıkıyoruz

Güzel bir açıklıkta fotoğraf molası.

Devrilmiş devasa ağaçlar.

Ekibin HD videocusu Mehmet işbaşında.

İşaret sorunumuz yok.

Aşağıda görülen yeşillik/düzlüğe ineceğiz.

Daha yorgunluk yok.


Bolca taşlı ve kayalıklı bu bölgeden döne döne çıkışımızın ardından yukarıya ulaşıyoruz. Yukarıda oldukça yaşlı, hiç bir yaşam belirtisi göstermeyen, devasa gövdeleri fırtınalardan ortadan ikiye ayrılmış ağaçlar var. Zaten bu bölgede devrilmemeleri imkansız. Fırtınadan korunabilmek için hiç bir çare yok. Bu bölge genişçe bir açıklık ve Mehmet bu durumdan faydalanıp hemen kısa video kaydı yapıyor. Kısa molanın ardından patika bizi hemen 20 30 metre aşağıdaki düzlüğe indiriyor. Burası çadır için uygun bir düzlük, hatta kamp belirtileri de var. Ancak çok yağmurda suyu tutan bir çamak şeklinde. Burada kamp kuracaksanız yerlerin nemli olma ihtimali de var. Biz geçerken bu bölgede yer yer nemlenme vardı. Ancak dümdüz çanak şeklinde ufak bir bölge burası. Dikçe duran kayaların arasından bu ufak bölgeyi geçtikten sonra bizi daha çok şaşırtacak neredeyse hava alanı pisti uzunluğunda çok büyük bir çanağa geliyoruz. Buranın adı Çukuryayla. Burası da dümdüz bir çayır ama yerler vıcık vıcık su. Adı gibi çukur. Likya Yoluna dayanmaz ama düşük kalite veya yazlık tip bir ayakkabı ile ayaklar sırılsıklam olabilirdi. Su ve çamurdan kaçmak mümkün değil dolayısıyla çayırın ortasından yürüyüşe devam ediyoruz. Burası Akboyun denen bir bölgeye yakın, Beydağları yürüyüş parkuru üzerinde bir yer aynı zamanda. Yaylanın en sonunda bir tane yayla evi gözüküyor. Hatta araba da var. Muhtemelen içeride biri var.

Çukuryayla'da yaptığımız uzunca bir yürüyüş sonrasında çıkış ve Beycik inişi öncesi son su kaynağını görüyoruz. GPS'e göre Çukuryayla'nın ortasından yürümeden direk olarak yukarıya çıkıyoruz ancak yol üzerinde bizi yayladan götüren işaretler var. İşaretin olduğu yerde GPS'i takip etmiyoruz ancak Altuğ yolun yukarıda olduğu bilgisini veriyor Mehmet'e. Zaten patika da bizi buraya doğru yönlendirecek. GPS verisi kestirme gibi gözüküyor. Ancak bizim amacımız kestirme değil işaretleri takip etmek.


Düzlüğe vardık. Kayaların arasından Çukuryayla'ya giriyoruz.

Yol bitiyor gibi ama kayaların arasından geçeceğiz.

Çukuryayla. Bu kadar tırmanıştan sonra bu düzlük çok şaşırtıcı geldi.

Bu yeşillikten yaylanın öbür ucuna kadar yürüyeceğiz.

Doğa karşısında aslında ufacık bir parçayız.

Daha yorgunluk belli olmuyor.

Çukuryayla'daki tek yerleşim.

Mehmet'in bulunduğu yerden soldan yola devam, hemen sağda su var.

İlginç kaya oluşumları var.

İşaretler bir süre sonra ikiye ayrılıyor ve kafamızı karıştırıyor. Bir işaret grubu bizi yukarıya doğru çıkartırken diğer işaret bizi ters yöne yaylanın daha dibine götürüyor. Mehmet beklerken Altuğ yayla dibine doğru işaretleri takip ediyor ve bu işaretlerin aslında bizi su kaynağına ulaştırdığını söylüyor. Dolayısıyla yaylanın sonunda işaretler patikayı ikiye ayırdığında dümdüz yaylanın dibine doğru ilerlediğimizde ayrımdan 50-100 metre sonra su kaynağı karşımıza çıkıyor. Bu işaretler su kaynağını kaçırmamamız için. Çünkü burası SON su kaynağı. Yanımızda su olduğu için zaman kaybetmeden tam bir U dönüşü ile Çukuryayla'yı aşağıda bırakarak çıkışa başlıyoruz. Çıkış yapacağımız yamaç üzerindeki patikada kar üzerinden yürüyeceğiz. Çok dik bir çıkış değil. Başlangıçta çok anlamıyoruz ancak kar yüzünden çok zaman kaybedeceğiz.

Mehmet önde Altuğ arkada tırmanışa başlıyoruz. Çukuryayla giderek aşağıda kalıyor. İlk kar birikintisinden sorunsuz geçiyoruz. İşaretler ve ayak izleri zaten yolumuzu gösteriyor. Yükseldikçe kar derinliği artıyor hatta patika yerine kar tabakasından belli olmuyor ama kayaların tepesinden yürüdükçe bacağımızın tamamen battığı, sakatlanma, sıkışma gibi sorunları yaşayabileceğimiz geçişler yapmaya başlıyoruz. Burada baton gerçekten zaruriyet. Bata çıka ilerliyoruz. Adımlarımızı önce batonla kontrol ettikten sonra ağırlığımızı çok vermeden, fazla yüklenmeden dikkatli atıyoruz. Tabii 10 adımda bir mayına basar gibi gömülüyoruz. Özellikle Mehmet öncü olduğu için bu konuda fazlaca sorun yaşıyor. Altuğ fotoğraf çeke çeke genelde geriden geldiği için Mehmet'in izlerini takip ederek derin boşlukları doldurmuyor.

Yükseldikçe karlı patika uzunluğu artıyor. Karlı bölgeyi bitirdiğimiz anda yenisi başlıyor. Hızımız iyice yavaşlamış durumda ve yapacak birşey yok. İşaret sorunu yok. İşaret ve babalar görünür halde. Olmadığı durumlarda ayak izleri yolu belli ediyor zaten. Normalde bu patika kayalıklı bölgelerden geçiyor çok zor değil ancak yolun kar ile kaplanmış olması bizi çok yavaşlatmaya devam ediyor. Kar tabakasını geçtikten bir süre sonra yeni bir tabakaya girmek zorunda kalıyoruz.


Yürüyüşe kar üzerinden tırmanarak devam ediyoruz.

Çukuryayla'ya tepeden bir bakış.

Yürürken çok battık karlara. Çok da yordu bizi.

Kardan yürüyüşe devam.

Yorgunluk belli olmaya başladı. Ancak daha yolumuz var.

Zaman zaman kar haricinde bu gibi patikalardan yürümek dinlendiriyor.

En zor kar yürüyüşü yaptığımız yerlerden biri. Çok çukur vardı.

Kısa bir kar geçişi daha.

Zirveye yaklaşıyoruz.

Altuğ'da arkada ama emin adımlarla geliyor.

Çıkış uzun sürüyor. Fotoğrafın en sağında geldiğimiz patika gözüküyor.


Bir süre çıktıktan sonra karşımıza çıkan uzun kar geçişi can sıkıyor. Aslında kara gömülmeyeceğimizi bilsek hızlıca yürüyeceğiz ancak eriyen kar çoğu adımda bizi içine çekiyor. Sırtımızda yükle saplanan bacağımızı çıkartmaya çalışmak bizi çok yoruyor. Ancak batonların işimizi kolaylaştırdığı da bir gerçek. Kafamızı kaldırıp yukarıya doğru baktıkça Beycik cephesine geçecek bir düzlük, çıkışın ne zaman biteceği gözükmüyor.

Yaklaşık 1 kilometrelik çıkışın ardından daha önce kamp kurulduğu belli olan bir düzlüğe varıyoruz. Önümüzde bir çıkış daha var ancak GPS'e göre bugünün zirvesine yaklaşmış durumdayız. Her ne kadar çıkışımız kayalık yol gibi gözükse de birazdan uzunca bir kar yürüyüşü daha yapacağız. Önde giden Mehmet aynı zamanda yol açmaya da çalıştığı için yorulmuş durumda. Son yürüyüşte Altuğ öne geçiyor ve kar kalınlığının fazla, boşluk olmayan yerlerden ilerleyerek ilerideki kayalık olan düzlüğe ulaşmayı başarıyor. Mehmet de Altuğ'un izlerinden çıkarak Tahtalı dağının zirvesine çıkan patika ve zirveyi şimdi tam karşımızda görmeye başlıyoruz. Bundan sonra da ufak ufak kar geçişleri yapacağız ama daha kolay olacak.

Düzlükte bir süre yürüdükten sonra Tahtalı zirvesine çıkılan patikayı görüyoruz ancak biz zirve yönüne girmeyip yolumuza düz devam ediyoruz. Kısa bir yürüyüşle yolumuzun üzerinde yeni kar birikintileri olduğunu görüyoruz. Babalar ve işaretler de var dolayısıyla yürüyeceğimiz yönü tespit etmek kolay. Ayrıca az ileride 2 gezginin bize doğru yaklaştığını görüyoruz. Yayla Kuzdere'ye doğru ilerleyen bu iki Alman turist ile karşılaşarak ayak üstü bir sohbet daha yapıyoruz. Bu iki kişi de Türk olmamızdan dolayı şaşırmış durumdalar.Türklerin yürüyebileceklerini düşünmüyorlar. Bu kanıya varmak için fazlaca örnek görmüş olmaları lazım?? Biz onlara, onlar bize yürüyecekleri yol hakkında bilgiler vererek vedalaşıyoruz. İnişe başlayacağımız noktayı bize ileride gösteriyor. Çıkışı bitiriyor olmaktan dolayı çok memnunuz. Hele kar üzerinden de yürüyerek kendimizi daha da yorduk.


Buralar zirve öncesi son düzlükler.

Zirve öncesi son kamp alanı denebilir.

Sona yaklaşıyoruz.

Son kar çıkışımızı yapıyoruz.

Son adımlar.

Tahtalı zirvesi yukarıda

Tahtalı zirvesi. Zirve yolu buralardan çıkıyor.

Zirve hatırası

Antalya'ya geldik 3 mevsim yaşıyoruz.

Gideceğimiz yönde 2 turist ile karşılaşıyoruz.

Bugünkü çıkışlar bitmek üzere.

Sedir ağaçlarının muhteşem manzarası

Kimbilir kaç yaşındalar?

Zamana yenik düşmüşler de var aralarda.


Yeniden kar üzerinden dikkatli bir yürüyüşle son çıkışımızı yapacağımız tepenin dibine geliyoruz. Biraz gayret ile sonunda 1850 metrelik bugünün zirve noktasındayız. Saat 12:30. Burasının zirve olduğunu bizi aşağıya doğru götüren işaretlerden anlıyoruz ve çantaları çıkartarak 15-20 dakikalık kısa bir mola veriyoruz. Burada da devasa sedirler, nasıl bir gücün gövdelerini ortadan ikiye bölüp yıktığını anlamamızın çok zor olduğu yıkılmış ağaç gövdeleri var. İçerisine kar girip hafif nemlenen ayakkabılarımızı ve çorapları çıkartıyoruz ve 5-10 dakika konuşmadan kendimizi dinliyoruz. Ardından Sevim Abla'dan aldığımız portakalları yemeye başlıyoruz. Portakal çok iyi geliyor. Bir anda (psikolojik bile olsa) bünyedeki yıkıntıları bir anda düzeltiyor hissi veriyor. Çıplak ayaklarımız bayram ederken çoraplar ve ayakkabılar kurumaya çalışıyorlar. İkimizde çok konuşmadan bulunduğumuz ortamın tadını çıkartıyoruz. Ne olursa olsun yolculuk boyunca moralimiz hiç bozulmadı. Biliyoruz ki şu anda bulunduğumuz yerde olmak isteyen yüzlerce insan var ve nankörlük yapmamak lazım. Evet bugün sonunda özellikle Mehmet'in canı çok sıkılacak ancak ulaşmamız gereken noktaya vardığımızda o moralsizlik de geçip gidiyor.


İşte tırmanış bitti. İniş öncesi mola zamanı.

Mola sonu hatırası. Altuğ son anda kadraja girmeyi başarıyor.

Portatakallar yendi. Enerji alındı. İnişe geçiyoruz.



Bulunduğumuz nokta tepe olduğundan esinti bayağı fazla. Hem üşütüyor hem de terimizi soğutuyor. Bu duruma müsaade etmeden yürüyüşe devam etmek için harekete geçiyoruz. Çoraplar, ayakkabılar giyiliyor, çantalar sırta alınıyor ve zirve de hatıra fotosu çektirerek yola devam ediliyor. Bu noktadan itibaren bizi Beycik'e kadar Tahtalı'nın güney cephesinden indirecek 6-7 km.lik bir yol bekliyor.

Sedir ağaçları gölgesinden inişimiz başlıyor. İniş zaman zaman dikleştiği için genelde geniş zigzaglar çizerek iniyoruz. Bu cehpe güneye baktığı için bir gram kar görmek mümkün değil. Ancak daha önce de olduğu gibi iniş bir süre sonra can sıkıyor. En rahat yol iniş ve çıkışın bir arada olduğu, sürekli aynı kaslara baskı olmayan yürüyüşler.


Son kar gördüğümüz yer. İnişe başladıktan hemen sonra.

Zigzaglar çizerek iniyoruz.

İniş çok zor değil ama uzun sayılır.

Mehmet'in belalısı. Ayakkabı içerisine giren taşlar.

Zamana ve doğaya dayanamamış ağaçlar. Doğa kanunu.

İnişe devam ediyoruz. ayak parmakları isyanda.

Diklik fazla zigzaglar arttı.

İşaret sorunu da yok. Burası aktif bir parkur zaten.


Başlangıçta çok dik değil patika ancak ilerledikçe diklik artıyor. Bu parkurda da işaret sorunu yok. Hatta bu bölge Yayla Kuzdere'den daha işlek çünkü Beycik turistik restoranların olduğu bir yerleşim ve turistler genelde Beycik cephesinden Tahtalı'ya çıkmayı tercih ediyorlar. İnişe devam ettiğimiz sırada ilk turşst çifte rastlıyoruz. Kendileri ile merhabalaşıp yol hakkında bilgi veriyoruz. Kendileri Tahtalı zirvesine çıkıp oradan teleferikle inmeyi planlıyorlar. Kadın önde turp gibi adamcağız arkada oldukça kilolu ancak azimli gözükmeye çalışıyor. Hani kendisine sahilde bira teklif edilmiş olsa buralara gelmekten vazgeçecek gibi gözüküyor.  Kısa süren dialogun ardından yine yoldayız. Zaman zaman düzlük gibi kamp kurulabilecek yerlerden geçiyor olsak da inişler zigzag olarak devam ediyor ve yorgunluğumuz artıyor. Bu noktada da bir turist çifte daha raslıyoruz. Burada da kız önde turp gibi, çocuk arkada daha bitkin gözüküyor. Dağın bu cephesinde beyler beycik kalıyor anlaşılan. Onlarla da yol istişaresi yapıyoruz ve yola devam ediyoruz. Bu arada yolda ard arda karşılaştığımız her iki grup da bize yol üzerinde birkaç kilometre aşağıda bir adamın olduğunu, çay verdiğini, çok da iyi biri olduğunu söylüyor.

GPS'e göre inişin dikliği bitmek üzere ancak çam ağaçlarından çevreyi görebilmek henüz mümkün değil. Bu arada bu cephenin son turistini de görüyoruz. Gördüğümüz Çek Cumhuriyet'li bu genç kız çok insana ibret olmalı herhalde. Önce St.Paul Yolunu yürümüş, bu yetmemiş zamanının yettiği süre içerisinde de Likya Yolundan seçtiği parkurları yürüyormuş. Kendisini tebrik ediyoruz ve yola devam ediyoruz. Bu arkadaşa yolu tarif etmeye gerek yok zira birkaç kez buraları yürümüş. Yeniden aşağıda çay dağıtan kişiye ait övgü dolu sözleri burada da duyuyoruz.


İki ingiliz turist ile karşılaşacağız birazdan.

Mehmet iki yorgun turisti karşılamak üzere.

Dik iniş bitti. İniş devam ama daha sakin ve eğimi az.

Yola devam. Hedef Beycik.

Karnımız acıktı ama bu bölgeyi bir an önce bitirmek istiyoruz.

Sonunda geniş orman yolları başladı


İniş başındaki gibi taşlık ve kayalık patika yerini daha rahat, geniş toprak patikaya bırakıyor. Dolayısıyla yürüyüşümüz daha kolay oluyor. Karşılaştığımız insanları da görünce burası işlek bir parkur olduğunu anlıyor, neden işaret sorunu yaşamadığımızın farkına varmış oluyoruz böylece. Böyle düşünürken iniş bizi Beycik hatta Çıralı sahillerinin bile gözüktüğü muhteşem bir manzaraya çıkartıyor. Karnımız iyice acıkmış durumda ve öğle yemeği yememiz gerekiyor acilen. Burası tam yeridir diyerek öğle yemeğine oturuyoruz. Sol yamacımız Tahtalının uçsuz bucaksız görünen cephesi. Bu cephede ağaçların seyrekleştiği noktalarda bolca heyelan noktaları gözümüze çarpıyor. Beycik hemen ileride gözüküyor ve tahminimizce 1-1.5 saate varmış olacağız.

Öğle yemeğimizde ton balığı, bal, tüp çokokrem, kuruyemiş ve lavaş var. Menü standart ama yemek konusunda bir derdimiz yok. Geçen sene taşıdıklarımızın ağırlıklarının yanında hergün bunları yemek ne olursa olsun mutlu ediyor bizi. Hava açık ancak güzel bir serinlik var. 15-20 dakikalık bu dinlendirici, manzarası ile huzur veren öğle yemeği molasından sonra yola devam etme zamanı geliyor. Bu arada saatimize bakıp bu geceyi Ulupınar veya Beycik'te geçirme konusunda hesaplara başlıyoruz. Saat daha erken ancak yarın Olympos'a vakitli varmak istiyoruz.


Mola zamanı. Manzaramız süper. Beycik ileride gözüküyor.

Tahtalı etekleri. Fazlaca heyelan görebilmek mümkün.


Zaman kaybetmeden yola çıkıyoruz ve inişe devam ediyoruz. 100 metre bile sürmeyen bir yürüyüşten sonra su kaynağının dibine, geniş bir çayıra iniyoruz. Susadık. Serin ve taze su çok iyi geliyor. Su molamız sırasında hemen arkamızdan rus bir turist adam iniyor. Yanında sırt çantası, su şişesi bile yok. Günübirlik bir tur yapıyor besbelli ve vızır vızır hareketli. İngilizce de bilmiyor. Yalaktan suyu içerken biz yolumuza yeniden koyuluyoruz. 15-20 adım sonra karşımıza küçük bir kulübe, hemen önünde yaanan bir semaver ve kulübenin önünde cep telefonundan müzik dinleyen genç sayılabilecek bir arkadaş çıkıyor. Tüm Likya Yolu blogunu okudukça yürüyüşümüz boyunca kimseye önyargılı yaklaşmamaya özen gösterdik. Sonuçta biz de turist sayılırız. Daha önce de yazdığımız gibi büyükşehirden gelmiş olmanın verdiği tedirginliği, insanların samimiyetine ısınmamız zaman aldı ancak bu sene daha tecrübeliyiz ve bizim için kaynaşmak bu yürüyüşte sorun değil. Fazla ermiş gibi davranan arkadşa hemen  merhaba" diyoruz. Çok istifini bozmadan "merhaba" diyor. Kendisine "turistlerin misafirperverliğini çok sevdiğini" söylüyoruz ve aldığımız cevap alaycı bir tavırla "bu onların sorunu" oluyor. Bu çok bilmiş, ermiş türü tavır hoşumuza gitmiyor açıkçası. Özetle bu arkadaşın bedeni tahtalının bu güzel oksijenini solumayı ihmal etmiş besbelli. Bizi buralara çeken buranın Likya Yolu olmasının yanısıra insanların misafirperverliği ve içtenliği. Buralardan olmayan, çevreye kaynayamadığı hemen belli olan birisinden uzak durmak istiyoruz. Şehirlerde böyle çok insan var. Belki de kendisi türk turist sevmiyor ve başından savmaya çalışıyor. Bilemedik...

Bu arada biz onunla konuşurken Rus turist selamsız bandosu şeklinde koşar adımlarla yanımızdan geçip gidiyor. Ermiş arkadaş "sizden biri mi" diye soruyor ve bizden "hayır" cevabını alınca neden durmadığı için kısa süreli bir şaşkınlık yaşıyor. Her ne kadar bizi de çaya davet etmiş olsada, kendisinden pek elektrik alamamış olsak da teklifini nazikçe redediyoruz ve yolumuza devam ediyoruz.


Suya varıyoruz. Su hemen sağdaki ağaların altında sayılır.

Çay? Almayalım teşekkürler.

Beycik'e inişe devam ediyoruz.


Gerçekten Likya Yolu ile alakası olmayan alışılmışın dışındaki bu kısa dialog ardından yeniden kendimize gelmemiz çok uzun sürmüyor. Çayırı geçtikten sonra yeniden çamlar arasından giden bir patikaya giriyoruz. Patika başında bizim ermişin buraya geldiği motorsikleti görüyoruz. İniş çok dik değil. Bir yer haricinde işaret sorunu yok. İşaret sorunu olan yerde taşların kayması sonucu işaretlerin sizi kaya yığınları arasından indireceği izlenimine kapılacaksınız ancak böyle değil. Yoldan yürüyünce işareti görüyorsunuz. Beycik'e kadar orman yolu veya geniş patika denebilecek bir yoldan inceceksiniz öyle sizi ağaç aralarına, çalıların diplerine götüren yollar yok.

Yoldan yürüyor olsak da işaretler çoğu zaman bizi çam ağaçlarının diplerinde güzel bir patika üzerinde yürütüyor. İşaretleri kaçırmamak için sağımıza solumuza dikkatle bakıyoruz. İşaretlerin bizi taş yığınları arasından Beycik'e indireceği endişesine kapılıyoruz. Mehmet inmeden taşların arasında gözü ile yol ararken Altuğ yola devam ediyor ve işareti yol üzerinde gördüğünü söyleyerek Mehmet'i çağırıyor. Bu kadar çıkıştan sonra o taş yığınından inmediğimiz iyi oldu. Muhtemelen işaret kışın akan bir dere yatağı üzerinde bulunan bu işaret aşağıya kaymış ve kafa karıştırıyor. Aşağıdan, yani Beycik tarafından gelen biri buraya sapılmaması gerektiğini anlar ancak yukarıdan inen bizler için kafa karıştırıcı bir durum.

Çam ağaçları arasından yürüdükten sonra ormancılar tarafından kesilmiş koca bir açıklığa varıyoruz. Bu derece çam ağacının kesilmesinin bir sebebi olmalı diye düşünüyoruz. Beycik'e girmeye 15-20 dakikalık bir yolumuz kaldı ancak yorgunluk özellikle Mehmet'te kendini göstermeye başladı. Geniş bir orman yolundan Beycik'e doğru iniyoruz. Tahtalı Dağı arkamızda bulutlar arasında kaldı. Sis olmadan güzel bir havada geçişimizi tamamlamış olduk. orman yolunun başında Beycik'e 1 km. kaldığını gösteren Likya Yolu Tabelasına varıyoruz ve yolumuza devam ediyoruz. Bu arada köyde yürüyüş yapan bir aile ile ayaküstü bir sohbet yapıp selamlaşıyoruz.


İniş rahatladı. Çam ağaları altından klasik yürüyüş patikası

İşaretler burada yer yer biraz karışık. Dikkatli olmak lazım.

Lütfen sahaya girmeyin? Biz oradan geliyoruz zaten.

Kesilmiş ağaçlar geniş alanlar. Yine küçücük kaldık doğada.

Gerimizde bıraktıklarımız. Tahtalı zirvesi sisle kapandı.

Başı dumanlı Tahtalı.

Tekirova açığındaki Üçadalar buradan gözüküyor.

Beyciğe az yolumuz kaldı ama biz de yorulduk

Nerelerden geldiğimiz sisten belli olmuyor.

Bir hedef daha tamam.

Beycik 1 km? Yeni ticari işaretlere göre 2 yazmak lazım.


Dönüp dönüp bakıyoruz Tahtalı'ya.

Üçadalar şimdi daha belirgin gözüküyor.

Beycik (Yukarı Beycik).

Çok fazla yürümeden Beycik'e giriyoruz. Girmesine giriyoruz ancak işaretleri takip edelim derken bizi dolap beygiri gibi koca köyde dolandıracak ticari amaçlı işaretleri takip ettiğimizi çok sonra anlayacağız. burada GPS kayıtlarına güvenmemiz gerekirmiş. ÖZETLE, BEYCİK'E GİRERKEN KÖYÜN İÇERİSİNDEN SİZİ KÖY CAMİİSİNE İNDİRECEK ANA KÖY YOLUNU TAKİP EDİN MUTLAKA. Rivera Restorant tarafından çizilen yalancı kırmızı-beyaz işaretleri takip ediyoruz. Bahçe kapılarını açıyoruz, bahçelerden geçiyoruz, kümeslerin yanından geçiyoruz. Döne dolaşa Rivera Restorant önüne varıyoruz ki işaretlerin kendileri tarafından çizildiğini anlamamız çok geç oluyor. Geriye yürürsek geri çıkacağız bu da işimize gelmiyor. Restoranın önünden söylene söylene yolumuza devam ediyoruz. Likya Yolu'nun bu şekilde ticari amaçlar uğruna değiştirilmesi insanların zorla olmayan bir yolu takip etmek zorunda bırakılmaları oldukça sinir bozucu bir durum. Aşağıda köy camiisini görsek de yol bizi Rivera Restoran'ın asfalt yoluna çıkarmış durumda ve köyün tepelerinden Likya yolu ile alakası olmayan bir yoldan Beycik'e ulaşıp ulaşmayacağımız belirsiz bir şekilde yürüyoruz. 

Arkamızda 20 km yol bıraktık ama bu yolu ekstra 1 km yürümek sinirlerimizi giderek bozuyor. Zaten işaretlerin de yalan olduğu her 15-20 metrede karşımıza çıkan kırmızı-beyaz işaretlerden de belli oluyor. Aşağıda Camiiyi görüyoruz ancak köyden ve GPS rotasından çok alakasız bir yerdeyiz. Aşağıya inecek bir yol arıyoruz ve yanlış girdiğimiz çıkmaz yol iyice sinirlerimizi altüst ediyor. Rivera Restoran tarafından yapılan bu anlamsız ve kontrolsüz işaret değişikliğine sinirleriniz bozulmadan yürümemek elde değil!!! Bugün yazarken bile can sıkıyor bu durum. 

Ne olursa olsun köy camiini hedef alarak yürüyoruz ve bitkin bir şekilde Beycik merkezine varıyoruz. GPS rotası ile de burada çakışıyoruz zaten. Yalancı işaretleri takip etmesen 250-300 metre bile yürümeyecektik ancak ticari ahlak bizi 1.5 km. yürütüyor neredeyse. Neyse ki bu ticari zeka paramızı alamadı. Tek tesellimiz de bu zaten. Bu arada gerek geçen sene gerekse bu sene yürüdüğümüz tüm parkurlar boyunca bu gibi bir değişikliğe en çok sinirlendiğimiz yer burası. Bir gün önce Gedelme'ye girişte yurdum insanı kendince yeşil-beyaz renk yaratıyor ve bir noktaya kadar saygı duyuyoruz. Sonuçta farklı bir renk, farklı bir rota. Ayırt etmek kolay. Ancak bu yürüyüşçülere tam bir eziyet niteliğinde. TEKRAR UYARALIM BEYCİK İÇERİSİNDEKİ İŞARETLERE DİKKAT. BEYCİK MERKEZİNDEN GEÇEN ANA KÖY YOLU GERÇEK İŞARETLERİN SİZİ YÜRÜTTÜĞÜ YOL.


Ticari işaretlere göre insanların bahçelerinden geçiyoruz. Yazık bize.

Fazladan 1 km. yol yürüyoruz. 10 adım bile değerli burada.


Bu moral bozukluğu bizi köyün merkezine bitkin bir halde saat 16:00 gibi ulaştırıyor. Ulupınar'a varırız hedefi ile girdiğimiz Beycik'te gereksiz yere yarım saat kaybetmiş durumdayız. Bakkala gittiğimizde kapalı olduğunu görüyoruz. Birazdan geleceğini söylüyorlar ancak beklemeye niyetimiz yok. Bakkalın hemen civarındaki restoranlardan birinde dinlenmeye karar veriyoruz. Gedelme'deki kadar yaşlı olmasada hemen karşısında asırlık çınarlardan birine ilişiyor gözümüz ve hemen dibindeki Çınaraltı Restoran'a (242-816 11 17) giriveriyoruz. Zaten içeceğimiz sade bir soda.  

Beycik bölgesi turistik işletmelerin olduğu bir yerleşim. Tamam köy yaşamı da mevcut ama çeşit çeşit restoranların olduğu bir bölge burası. Likya Yolunun buradan geçmesine bağlı olarak ticaret gelişmiş besbelli.

Bizi aşağıya çağırıyor restoran sahibi Abdurrahman Bilgiç. Ancak merdivenlerden aşağıya inecek halimiz yok. Yukarıdaki bir masayı gösterip 2 tane soda istiyoruz. Sodaları garson yerine kendisi getiriyor. İlk olarak yemek yiyip yemeyeceğimizi soruyor. Saydıkları arasında pideden ete kadar herşey var. Asırlık çınarağacı gölgesinde güzel bir restoran. Ardından konu konuyu açıyor. Yürüdüğümüz yolda yorulmadığımızı ancak Beycik içerisinde yaptığımız ekstra 1 km. yürüyüşün psikolojik olarak bizi çok yorduğunu söylüyoruz. Kendisi de bu bölgede ticaret uğruna işaretlerin değiştirilmesine göz yumulduğunu söyleyerek bayağı bir dert yanıyor. Beycik Likya Yolu üzerinde popüler bir yürüyüş parkuru olan Tahtalı Dağı çıkışı öncesi son yerleşim. Dolayısıyla ticaret de haliyle bu şekilde ilerlemiş durumda. Saat 16:30 gibi toparlanıp yola çıkmaya karar veriyoruz. Tempolu bir yürüyüşle Ulupınar'a ulaşabileceğimizi söylüyor.


Beycik Hatırası

Manzarası güzel hesaplı restoranlar.

Çınaraltı Restoran


Saat 19:30 gibi hava karardığına göre biz de zor olmayan bir parkuru 3 saatte tamamlayabileceğimizi düşünüyoruz. Zaten bu bölgeden bir an önce uzaklaşmak niyetindeyiz. Abdurrahman Abi ile vedalaşıp, Ulupınar yönünün tarifini alarak yola koyuluyoruz yeniden.

Hemen camiinin ilerisinden yürüyüşe başlıyoruz. Zaten işaretler ileride gözüküyor. Ancak burada başka amaçlı işaretler de olduğundan gerçek işaretlere bile güvenimiz kalmadı. GPS'teki bilgiler de bizi asfalttan indiriyor. Dolayısıyla Abdurrahman Abi'nin tarife güvenmek durumundayız. Buradan siz de yola devam ederken sorarak yola devam etmeniz iyi olur. camiden yukarıya tırmanıyorsanız yol yanlış, yol sık çizilmiş işaretlerle pansiyon ve restoran tabelalarının bulunduğu bir sokaktan güneye doğru gidiyor.


İşaretleri takip ederek yolun bittiği noktada solda kalan son evin bahçesi içerisinden geçerek patikaya giriyoruz. İşaretler de yolumuzun üzerinde zaten. Evin bahçesinden geçerek güneye doğru yöneliyoruz. Yolda işaret sorunu yok. İşaret yoksa baba var. Genellile ağaçların arasından ancak kayalıklı bir bölgeden yürüyoruz. Aslında burası bir tepenin yamacı. Ufak iniş ve çıkışlarlarla rahat bir tempoda ilerliyoruz. Ancak GPS kayıtlarına göre daha çok yolumuz var. Mehmet'te yorgunluk belirtileri arttığı için Altuğ bunu belirtmek istemiyor. Mehmet'in tek güvencesi Beycik'ten çıkarken 1-2 saate Ulupınar'a varırsınız demeleri. Mehmet de bu tempoda yürüyerek en fazla 2 saatte yolun biteceğini düşünüyor. Ancak durum böyle değil maalesef.


Ulupınar yolcusu kalmasın!!!

Yürüyüş yolları 1-2 yer haricinde kolay.

İşaret sorunu da yok.

Zaman zaman çam ağaçları arasından slalom da yapıyoruz


Yaklaşık 1-1.5 kilometrelik bir yürüyüşün ardından ileriden köylülerin seslerini duymaya başlıyoruz. Bu parkurun kaya inişi türünden çok zor olmayan ancak bizde baş gösteren yorgunlukla tehlikeli olabilecek bir inişini yaptıktan sonra Aşağı Beycik civarlarına geldiğimizi anlıyoruz GPS'ten. Köy civarlarından teğet geçerek yürüyüşe devam ediyoruz. Yol çam ağaçları arasından gidilen kolay bir parkur. Geniş sayılabilecek bir açıklığa varıyoruz ve yeniden çam ağaçlarının arasına giriyoruz.


Aşağı Beycik civarlarındayız

Orman yoluna doğru yaklaşıyoruz.

Orman yolundayız. Mehmet'in yorgunluğu artık çok belirgin.

Biraz değişiklik iyi geliyor. Yeşili bol bir açıklığa varıyoruz.

Yeniden çam ağaçları arasından kısa bir tırmanış yapıyoruz. 

Tekirova sahillerini net ve güzel gören bir nokta.


Çok kısa bir süre sonra Tekirova sahillerini gören güzel bir manzaraya çıkıyoruz. Bu güzel manzaranın acelemiz olduğu için tadını çok da çıkartamayıp yolumuza devam ediyoruz. Yol burada sağa dönüyor ve bizi uzunca bir süredir kullanılmayan veya bu sene sürülmemiş olan bir tarlaya çıkartıyor. Otlar devasa derecede büyümüş. İşaretler kaybolmuş. Hiçbirşey gözükmüyor. Yürüyebilmek için çok seçeneğimiz yok ancak Altuğ'un biraz daha fazla enerjisi olduğu için tarlaya giriyor ve ezilmiş otları takip ediyor ancak çıkmaz yol. Mehmet ise moralsiz bir şekilde Altuğ'dan gelecek haberleri bekliyor ancak sonuç olumsuz. Bu gibi durumlarla her zaman karşılaşabiliyorsunuz. Güzel temponuz bir anda sıfırlanabiliyor ancak acele etmemek gerekiyor. GPS'e göre yolun o anda gitmemesi gereken bir yöne gittiğini söylüyor Altuğ. Mehmet Altuğ'un GPS yardımı ile belirttiği yöne doğru yürüyünce az ileride patikanın devam ettiğini hatta işareti de gördüğünü söylüyor. Bu otluk kaos ortamından yeniden yoldayız. Bu bölgede tarlaya girmeden sağ tarafa doğru, tarla sınırından yürümeniz gerekiyor. Gerçi buraya tarla demek de doğru değil artık. Ot ormanı.

Kısa bir yürüyüşle yeniden bir açıklığa varıyor hemen ardından çam ağaçları arasından kısa bir yükseliş yapıyoruz. Her ikimizde de yorgunluk başlamış durumda ve saat 6'ya yaklaşıyor. Tempomuzu arttırmak istiyoruz ancak yorgunluk buna izin vermiyor. Bu çıkışın ardından orman yoluna çıkıyoruz ve 500 metre kadar araç genişliği kadar rahat bir yolda yürüyoruz. Bu yol bizi çok derin olmayan bir vadinin dibinden karşı tarafa geçiriyor. Yani tam bir "V" yapıyoruz.


Çevre sakinlerine rahatsızlık vermeden yolumuza devam ediyoruz.

Geniş sayılabilecek bir açıklıktan yeniden patikalara gireceğiz

Bitmeyen çıkışlar. Büyük yorgunluk. 

Bu bölgede de işaret sorunumuz yok.

Çıkışın sonu yaklaşıyor. Az kaldı.

Yeniden yoldayız ama daha Ulupınar manzarasını göremedik.

Yeniden orman yolundayız.

"V" yaparak vadinin diğer yamacına geçtik.


Bu sefer yolumuz üzerinde tel örgülü bir alana varıyoruz ve keçiler tarafından karşılanıyoruz. Klasik şaşkın bakışları ile bu iki yorgun gezgini karşılayan hayvanları görünce çevrede bir çoban görebilme umudu ile yürümeye devam ediyoruz. Akşam üstü güneşi çok güzel ve bulunduğumuz bölgede halen aydınlatıcı etkisi devam ediyor. Keçilerin bulunduğu bölgeyi geçer geçmez bizi kayaların üzerine tünemiş bir çoban karşılıyor güleryüzü ile. Ulupınar'a 1-1.5 saatlik yolumuzun kaldığını söylüyor. Mehmet yolun uzun olduğu gerçeğini öğrenmiş durumda artık. Zaten manzaramızda Ulupınar yok bile. Daha önceki günlerde gideceğimiz kasabayı uzaktan da olsa görürdük. Ancak Ulupınar bulunduğumuz tepenşn arkasında. Hiç zaman kaybetmeden yürümeye devam ediyoruz.


Patikalar bizi değişik yerlere çıkartıyor. Korkusuz keçiler karşılıyor bizi.

Hiç kaçmıyorlar.

Yeni bir vadiye çıkıyoruz.

Mehmet'in yıkıldığı an. Daha çok yolumuz var Ulupınar'a

Ulupınar karşıda gölgede kalmış vadinin daha ilerlerinde.


Yeniden bir vadinin dibine doğru girip "V"şeklinde bir rota ile karşı cepheye geçeceğiz. Bu sefer vadinin yüksek sayılabilecek bir noktasından oraman yolundan yürümeye devam ediyoruz. Son 1-2 km. orman yolundan yürüyoruz dolayısıyla yorgun olsak bile tempomuz idare eder.

Orman yolundan ilerleyip vadinin diğer tarafına geçtikten sonra yol belirgin bir şekilde alçalmaya başlıyor. Aslında Beycik'den sonra yol zaten iniş ancak bu bölgede biraz daha hızlı alçalıyoruz. Orman yolundan 10 dakikalık bir yürüyüşün ardından alabalık havuzu türünde bir havuzun bulunduğu bir araziye iniyoruz. Yorgunluk artmış durumda ve bir an önce yürüyüşü bitirmek istiyoruz. Havuzun yanından geçerek bu özel araziden çıktıktan sonra bizi Ulupınar'a indirecek araba yoluna çıkıyoruz. Bu arada burada karşılaştığımız 2 kişiye Ulupınar'ı sorduğumuzda bizim restoranlar bölgesi mi yoksa Ulupınar köy merkezine mi gitmek istediğimizi soruyorlar. Öğrendiğimize göre alabalık tesis ve restoranları ile meşhur Ulupınar'ın köy merkezine gitmeye gerek yokmuş.


Vadi dibindeyiz. Diğer yamaca geçiyoruz.

Bu patika bizi aşağıya indirip yerleşime yaklaştırıyor.

İşte ilk yerleşim. Alabalık havuzu.

Yola çıkıyoruz. Patikalar bitti bugünlük.


Biz de restoranlara kadar yürüyüp geceyi restoranlardan birinin bahçesinde geçirelim, hem de Ulupınar alabalığının tadına bakalım diyoruz. Saat 19:30. Hedef Ulupınar Alabalık restoranları. Yorgunluk müthiş. Altuğ biraz daha dinç ama Mehmet perişan halde. GPS'e göre restoranlara 4-5 kilometre var ve görünüşe göre köy yolundan yürüyeceğiz.

Arkamızda Tahtalı'nın zirvesi gözüküyor. İkimizin de inanası gelmiyor oralardan bir yerlerden birkaç saatte buralara geldiğimize. hava daha kararmamış durumda ve Mehmet'in çok bitkin olduğunu gören Altuğ mola vermek istediğini söylüyor sırf Mehmet için.

Bulunduğumuz yer Ulupınar'ın tepeleri. Burada bulunan tek tük yerleşimler yayla evi havasında yapılmış. Evlerin çoğu boş. Sadece ekmek ve biçmek amaçlı kullanılan evler muhtemelen. Birilerine soracak birşey yok açıkçası. Yolumuz ve hedefimiz belli. Hatta GPS'e bakarak aşağı vadideki Ulupınar köy merkezini görebiliyoruz ancak oldukça uzakta. Bu arada Tahtalı'nın muhteşem manzarası tam karşımızda. Ancak izleyecek halimiz yok.


Tahtalı sisli şapkasını çıkarmış bizi selamlıyor. Teleferik binası gözüküyor. Biz daha sol taraftan indik.

Kaş'ta yazın 1 TL'ye meyvaları satılan kaktüslerle karşılaşıyoruz sonunda.

9 günlük yürüyüşümüzün Mehmet için en yorgun geçen günü.


Yürümeye devam ediyoruz ve 45 dakikalık dik olmayan iniş ağırlıklı bir yürüyüşle asfalt yola çıkıyoruz. Zaten asfalt yola yaklaştığınızı artan araç gürültüsünden anlamak mümkün. Bizi yola indirecek patika için işaretleri görüyoruz ve çamurlu patikaya girerek kendimizi 5 dakikalık yürüyüşle Likya Yolu tabelası ve Kemer-Kumluca asfaltının dibinde buluveriyoruz.


Kemer-Kumluca asfaltına çıkıyoruz.

İşte bir hedef daha tamam ama tükendik. Sıfır noktası.


Yol üzerinde ileride restoranı görüyoruz ve asfaltın kenarından araba gürültüleri arasında yürümeye devam ediyoruz. 3 gündür bu tür bir gürültü üzerine de yorgunluk; perişan haldeyiz. Yolun karşısında bizi aşağıya indirecek işaret ve patikayı görüyoruz ancak sapmadan restorana doğru şuursuzca ilerliyoruz.

Restorana bir girişimiz var ki garsonlar, çalışanlar bu permeperişan iki insana şaşkınlıkla bakıyor. Bu yol turistik sayılabilecek, Kemer'i Kumluca'ya (Finike ve Demre dahil) bağlayan anayol. Restoran oldukça kalabalık zira Ulupınar Alabalık restoranları ile tanınıyor. Yani buradan geçen yemek için mola veriyor. Zamanınız varsa siz de burada yemek molası verebilirsiniz. Fiyatlar makul ve çoğu restoranda alkol mevcut.

İçeride çantaları çıkartıyoruz ve o sırada yemek yiyen restoran müdürüne burada yemek yiyip gece nerede çadır kurabileceğimizi soruyoruz. Bize yolun karşısını gösteriyor ancak karayolunun kenarı olması sebebiyle gürültülü olabileceğini söylüyor? Gürültü? Bırakın uykuyu birbirimizi bile duyamayacağımız türden gürültü bile oluyor burada.

İçimiz havadan daha beter kararmış durumda. Yol kenarı olmayan başka bir restoran soruyoruz. Biz aşağıda yeğeninin işlettiği Çağlayan isimli bir alabalık restoranı olduğunu, buradan gönderdiğini söylersek yardımcı olacaklarını söylüyor ve asfaltı takip edip Ulupınar sapağından girip aşağıya inmemizi aşağıda restoranı göreceğimizi söylüyor. Teşekkür ediyoruz ve çıkarken sofrasındaki tüm yarım sayılabilecek pideyi "abi aldım bak" diyerek daha cevabı gelmeden el atıp, teşekkür ederek elimize kemirmek için alıyoruz. Ne hallerdeyiz ama!! Yaşasın karbonhidrat!!!

Likya Yolu patikası arkada kaldı. Patikayı arkamızda bırakıp yolu 1 km. daha uzattığımızın farkında bile değiliz. Açlık ve bitkinlik kötü birşey. Oysa patikaya girmiş olsak 500 metre sonra aşağıya varacakken neredeyse 1.5 km. yol yürüyoruz. Ulupınar tabelasından içeriye giriyoruz ve aşağıya doğru zigzaglar çizen asfalttan şuursuzca iniyoruz.

Biraz yürüdükten sonra karşımıza yukarıdan gelen patikanın tabelası çıkıyor. Açlıktan yolu çok uzatmışız. Yazık bize. Bu arada buradaki restoranlar asfalttan uzaktalar. Buradaki gürültü alabalık havuzlarının gürültüleri ama umurumuzda değil.


Yarınki başlangıç tabelamız

Burada çok sayıda restoran var. Konaklama yapacaksanız bile size yardımcı olacaklardır. Hem de alabalığın tadına bakmış olursunuz. Çağlayan Restoran'a (www.caglayanrestaurant.com) bugünün son durağı olması ümidi ile girip kendimizi halsiz bir şekilde tanıtıp hem yemek hem de konaklama imkanını soruyoruz. Biraz şaşırmış gibi gözükseler de "tamam" diyorlar. Hemen masalardan birine yerleşip vücuda soda takviyesi yapıyoruz, hatta yorgun savaşçı Mehmet vişne sodayı dökerek hepten moralsiz moda geçiyor. "Ellerim ayaklarım tutmuyor" diyor kendi kendine. Arka bahçede halen havalar serin olduğu için yazın masa konulan, havuz kenarında doğa manzaralı çardaklardan birinin altına çadırımızı kurmaya başlıyoruz. Gecikirsek çadır kurmaya da halimiz kalmayacak.

Burası havuz sesinden biraz gürültülü ama umurumuzda değil. Hızla çadır kurup fazla dağılmadan yemek yiyeceğiz. Mehmet o kadar yorgun ki suratı hala gülmüyor. Artık elimiz çadıra, tuluma, mat ve giyinmeye alıştı 10-15 dakikada pudra bakımı dahil çadır kurulup giyinmiş oluyoruz bile.

Yerleşme faslı tamamlandı. hemen restorana yemeğe gidiyoruz. Buraların insanı turiste alışık ancak bizim durumumuz onlara bayağı şaşkınlık vermiş durumda. Hatta Yayla Kuzdere'den geldiğimizi 30 km.ye yakın yürüyüp Tahtalı'yı geçtiğimizi söyleyince daha da şaşırıyorlar. Mesafe bayağı uzun.

Altuğ Alabalık, Mehmet sac kavurma yiyiyor. Masada salatamız, mezelerimiz de var. İçki içecek halimiz yok. Zaten o kadar isteksizlik var ki bu sofradan bir hatıra olacak fotoğraf bile yok ne yazık ki. sevenler, merakta kalanlar aranıyor. İnternetten mesajlar atılıyor. Saat 10 gibi bakışlar iyice boş artık. Hemen çadıra iniyoruz. Konuşacak halimiz bile yok.

Yorgun bedenler yattığı yeri beğeniyor. Gerçi Mehmet'in mat patlak zor da olsa uyuyoruz havuz gürültüleri arasında. umurumuzda değil. Bu geceyi de Ulupınar'da geçiriyoruz. Likya Yolundayız. Moralsizlik bile geçici burada. Yarından itibaren sahil yürüyüşleri Çıralı'dan itibaren başlıyor. Bu kadar dağ bayır yeter.

Yeri gelmişken Ulupınar hakkında kısa bir bilgi verelim. Burası aslında Çıralı olarak bilinen yerleşimde yaşayanların çoğunun doğup büydüğü köy. Ulupınar halen Çıralı ve çevre köylerin doğal kaynak sularını karşılamaktadır.
Daha yeni Daha eski

نموذج الاتصال