Yaklaşık 1 sene önce yaptık duyuruyu. Bu çağrı bir rehberlik hizmeti değildi. Rehber de değiliz zaten. Günce, Facebook, Sunumlar, Söyleşiler derken o kadar büyüdük ki bazı arkadaşlar ile dağlar bayırlar haricinde de görüşecek hale geldik.
Bu yürüyüş ekibi öyle olmalıydı ki hem tecrübeliler, hem de ilk defa yürüyecekler bir arada olmalıydı. En doğru ve güzel etkileşim buydu aslında. Böyle bir ekip kurarak ne de doğru bir tercih yapmışız ki yol boyunca en ufak bir sorun yaşamadık, günler geçtikçe birbirimizi çok daha iyi tanıdık. Hele ki veda seremonisinde birçoğumuzun gözlerinin dolması yürüyüş boyunca kazanılan güzel ve içten dostlukların, arkadaşlıkların dışa vurulması gibiydi.
Yürüyüşümüze katılan Yasemin Türkoğlu'nun bizimle paylaştığı, içinden geldiğince yazdığı bu yazıyı paylaşıyoruz.
Meğer ne kadar koca, organize bir grup olmuşuz da haberimiz yokmuş...
Bizim yürüyüş yazısı mı? Yazmadan olmaz. Yakında...
IŞIK ÜLKESİNİN IŞIK ÇOCUKLARI....
"Aylar boyunca Likya yolunu araştırdım internetten, yazılı kaynaklardan, giden bilen var mı diye Facebook mesajlarından..... Ve bir gün karşıma likyayolu.org sitesi çıktı. Baştan sona yazılan herşeyi okudum, günlerce tekrar tekrar. Likya ile ilgili yazılmış kitaplardan, haritalardan, diğer yazılmış herşeyden çok daha dokunulabilir, daha gerçekti sanki. Hele o duyuru yok mu "18 - 22 Mayıs Likya Yolu'nu yürüyeceğiz" işte o bana, hiç tanımadığım bir "erkeğe" :) mail yazdırıp ben de gelmek istiyorum dedirtti.
Sevgili Altuğ ile bir kaç kez mailleştik, gerçi ilk mail "yerimiz yok, başka bahara" tadındaydı ama yüreği o kadar kocamandı ki 2 ay sonra beni arayıp "ya Yasemin Hanım hala istiyor musunuz yürümeyi, benim gönlüm elvermedi sizi arkada bırakmaya" deyiverdi ve dünyalar benim oldu. Her maili küçük küçük, korkutmadan, yolun zorluklarından haberdar eden, yola nasıl hazırlanmam gerektiği, çantamın neden hafif olması ve nasıl hafif bir çanta hazırlayabileceğimi, anlatan bilgilerle doluydu. 4 Şubat'taki (Maltepe/İstanbul) sunumuna gittiğimde ancak yüz yüze tanışabildik.
Çevremde akıllı, uslu, temkinli biri olarak bilinirim, hiç tanımadığım bir adamın, hiç tanımadığım insanlarla kurduğu ekiple yola çıkacağımı duyan herkes fenalık geçirdi. Nasıl cesaret edebildiğim çok sorgulandı, herkes benimle ilgili endişe duyarken, ben yalnızca "Fizik kondisyonlarım yeterli olacak mı?" "Altuğ Bey beni dahil ettiğine pişman olur mu?" "Grubu yavaşlatır mıyım?" endişeleri içerisindeydim.
Neyse uzatmayayım 18 Mayıs 2016 geldi, Kaş Meydan'da Noel Baba çay bahçesinde 19 kişi buluştu, herkes tanıştı, yola çıktık erkenden.
İlk mola Kaş çıkışı kırmızı dut ağacının altındaki caminin çeşmesinde verildi. Rota; Kaş-Büyükçakıl Plajı-Limanağzı-Çoban Plajı-Ufakdere yada Fakdere'ye varış ve ilk uzun mola. Bu yürüyüş, birbirini tanımayan insanları ufak ufak birbirine yaklaştırdı, çıkınlar açıldı, yemekler yendi.
Deniz, girenlerin tüm yorgunluğunu almış, ben de uyuyarak kendime gelmiştim. Yola koyulduk yeniden, hedef Üzümlü, kamp atacağız orada.
Üzümlü'ye giden yol, gayet iyi, çok zorlanmadım. Üzümlü'ye erken bir saatte vardık sanırım 18:00 gibiydi, çadır kentimizi kurduk, Osman, Erkal Bey, Garip ve Nuriye çadır komşumdu sonra en sıkı yol arkadaşlarım oldular. Yemekler yendi, sohbetler edildi, Süleyman Abinin taaa Fransa'dan getirip yol boyu Altuğ'un taşıdığı şarap içildi, dostluklar oluşmaya başladı. Yattık, uyuduk, dinlendik.
Sabah neşeyle toplanan ekip, kahvaltı sonrası yola revan oldu. Ve Boğazcık'a tırmanış başladı, güneş tepede, inanılmaz yoruldum, dedim ki olmayacak, yapamayacağım, Boğazcık'a bir km.'e kala Altuğ'un yanına gidip, dönme imkanımın olup olmadığını sordum bir hayli çekinerek, gözlerinde "yapma be Yasemin sen bu yolu yürüsün" ifadesi varken, gayet anlayışlı, ve içten bir samimiyetle "tabi ki, Boğazcık'tan transferini sağlayabilirim, sakın dert etme" cevabı beni çok rahatlattı. Ama vazgeçtiğimi duyan Nuriye ve Garip'in beni vazgeçirmek için dökmedikleri dil kalmadı, ve beni ikna ediverdiler, hele bi de Apollonia Lodge'da (Boğazcık) yediğim tereyağlı omlet, ve içtiğim çay, beni kendime getirdi. Eğer dönseymişim çok hata edermişim. Mola'dan sonra Aparlae'ye doğru inişe geçtik, ben böyle güzel yerler hiç görmedim. Hele akşam kamp attığımız Purple House ve çevresi, masal diyarı gibiydi. Batık şehri görmek için denize girenler de su altını anlata anlata bitiremediler. Purple House'un bahçesinde Rıza, kamp ateşi için çok korunaklı bir yer ayırmış, gece yaktığımız ateşin çevresinde dizilip içtiğimiz biranın tadını herhalde çok uzun yıllar hatırlayacağım. Sabah öğlene doğru yola koyulduk yeniden, bu sefer hedef "Kale". Üçağız'a kadar yol sarp ama tırmanış olmadığından nispeten kolay yürüdüğüm bir yol oldu. Üçağız'a vardığımız da Altuğ bize tekne keyfi yaptırdı, Kale'ye deniz yolu ile ulaştık, ah nasıl güzeldi. Rüzgar püfür püfür, manzara ömre bedel... Kampı Mehtap Pansiyon'da attık, yine deniz keyfi, birlikte masa başında yenen yemek, keyifli sohbetler, dondurma ile yapılan final ve güzelim Kekova manzarası....
Sabah çok erken uyandık. Osman, Orhan, Bülent ve Michele bizden ayrılıyordu o sabah, vedalar edildi, yolcularımız sanal dünyaya geri dönerken biz gerçek dünyada yeniden yola koyulduk. Bugün son gün, herkes sessiz sanki, yol hiç bitmese keşke, böyle çadır kurup kaldırarak, inip çıksak, bu güzelim Işık Ülkesinden hiç ayrılmasak. Birbirinden güzel manzaraları ardımızda bırakarak Çakıl Plajına geldik, yine bir Deniz molası, herşeyin keyfine vara vara yapılan her eylem en güzel eylem bence...
Mola sonrası güzelim manzara eşliğinde doktorumuz Cem'in usul usul anlattıklarını dinleyerek, Çayağzı'na vardık, tahta köprüyü geçerken, Carretta Carretta'nın çapkın çapkın yüzüşüne şahitlik ettik, sanki bitiş hediyesi gibiydi herbirimiz için... Çayağzı'nda asırlık ağacın gövdesinde odunlu semaverde demlenen güzel çay, yaşlı amcanın konukseverliği, hepimizin içini ısıttı.
Ve Andriake'ye varış, son buluş....
Gönüllü olmak, gönül vermek ne demek Altuğ ve Mehmet'le beraber olduğunuzda daha da iyi anlayacağınız kelimeler. Aslına bakarsan kısıtlı tatil imkanlarını, hesapsız, sırf onlarla birlikte yürüyebilelim diye armağan ediverdiler. Diyeceğim o ki; Sevgili Altuğ ve Mehmet, belki de kendilerinin ve ailelerinin zamanlarından çalarak, gördükleri güzellikleri, tanımadıkları insanlarla paylaşarak, yolları aydınlatıyorlar, onlar gerçekten Işık Ülkesi'nin ışık olmuş çocukları gibi....
İyi ki varsınız, çok ama çok teşekkürler, artık sitenizde "hayaller gerçeğe dönüştürülür" ifadesini kullanabilirsiniz. Ve bugüne kadar düet yapmıştınız ama şimdi bir orkestranız var.
Sevgiyle,
Yasemin Türkoğlu Karataş